KODSİSTEMİ
Kodların şekil aldığı yer

KIYAM KIRAAT RUKU SECDE...

URFA

PEYGAMBERLER ŞEHRİ EVLİYALAR DİYARI ŞANLIURFA

Peygamberler şehri, enbiya ve evliya ocağı Urfa’nın zahiri ve batıni (açık ve gizli), dünyevi ve ruhani olmak üzere iki yüzü, iki dünyası vardır. Kale, Hz. Ibrahim’in doğup yaşadığı sanılan mağara, Dergah Camii ile arkasındaki tarihi kabristan, Balıklıgöl ve uzantısı konumundaki tarihi çarşı Istanbul’daki Sultanahmet Meydanı ve çevresi gibi düzenlenmiştir. 7 Mart-11 Nisan 1920 arasında Fransızlara direnişin yaşandığı (Siverek Cerrah Ağa Tahtasızların evi) mekanı buraya eklersek, dini boyutun yanı sıra şehrin tarihi boyutu da ortaya çıkar. Evliyalar hakkındaki çalışmasıyla tanınan Mahmut Karakaş, Urfa’da 300 evliya ve alim adı tespit etmiş. Bu mekanlarda Urfalı, “kutsalın tecrübesi”ni yaşar. Öyle ki, Urfalının simgesi haline gelmiş “çiğköfte” bile Hz. Ibrahim’in ateşe atıldığı zaman ve mekan ile özdeşleştirilmiş bir efsaneye dönüştürülmüştür. Urfalı şair Fanayi (1860), Mevlid-i Halil Camii kitabelerinden birine şunları yazmış: ”Bu Urfa, Allah’ın hayırlı yarattığı şehirlerden olan Urfa’dır. Burası tatlı mucizevi suyun aktığı peygamberler makamıdır. Burası Hicaz ve Kudüs’ten sonra, bütün makamlardan daha yücedir. Letafet ve şerefle süslenmiş gönül çekici bir şehirdir bu. Peygamberler atası Ibrahim Halilullah’ın makamıdır. Allah dostu Ibrahim Halil Peygambere ateşi serin ve selamet eden Urfa’dır.” Şehirdeki kültür üzerine felsefi ve sosyolojik yorumlar yapan Urfa Il Kültür Müdürü M. Emir Kurtoğlu, şöyle diyor: “Burada çok renklilik, çok kültürlülük egemen; Arapça, Ermenice, Süryanice, Türkçe ve Kürtçe birbirine karışmış. 13. bin yıldan beri kültürler birbirlerine derin miraslar bırakmış. Urfalılık diye bir kendine özgü bir kimlik, Urfalıca diye bir dil oluşmuş. Urfalı Hz. Ibrahim’in şahsında kendine bir misyon biçmiş; aynada kendine bakıp, Hz. Ibrahim’i görür, Dergah çevresi sizi mistik karşılar; ancak bir müddet sonra gerçek yüzü kendini gösterir.”

  Şehirdeki tasavvuf bahçesini, kutsalın tecrübesini ve Urfa’nın ruhani yüzünü yakalayabilmek için Dergah Camii çevresinden işe koyulduk. Bakın neler gördük: Hemen her şeyiyle ortaçağ pazaryerini andıran tarihi çarşıdaki Sipahi Pazarı’na uğradık: Sabah saat 10.00 civarında esnaf, Sipahi Duası yaptı. “Dürüst alışveriş yapacağına, malına hile katmayacağına, komşusuyla rekabet etmeyeceğine, müşteriyi kandırmayacağına” dair yemin edip el Fatiha okuyarak, işine koyuldu. Islam dünyasında başka bir örneği var mı, bilmiyoruz ama yüzyıllardan beri bu dua edilegelirmiş. Şehirde iki farklı saatte iki ayrı ezan (Şafii ve Hanefi ezanı) okunması da, yüzyılların mirası olan özgün bir dini gelenek.

  Dergah Camii’ndeki zikir, 500 yıldan beri devam eden bir başka dini ayin. Mevlid-i Halil (Dergah) Camii zikri, bilinen tarikat zikirlerinden farklıdır: Herkese, her meşrepten (Kadiri, Nakşi, Rifai, Mevlevi, vs.) insana açıktır. Islam dünyasının hiçbir şehrinde bu zikir gerçekleştirilmez. Kadiri meşrepli bir şeyhin (Osman Dede) bu zikri başlatıp gelenekselleştirdiği öne sürülür. Fakat burada icra edilenin günümüzde Urfa’da yaşayan Kadiri zikriyle benzer yanı bulunmaz. Üç tarikat zikrinin harmanlanıp, sentezlenmiş halidir bu ibadet. Sabah okunanı Kadiri; ikindide okunanı Şazeli, yatsıdaki ise Rifai tarikatının virdleri (çoğulu evrad: Belli Kur’an ayetleri ve dualar). Namazdan sonra günde üç kez yapılır. Sabah zikrine Evradı Fethiye, ikindi zikrine Hizb-ul Bahr adı verilir. Dede Osman lakabıyla tanınan Şeyh Osman Avni, ama (kör) ve sağır bir zatmış. Dergah’ta oturmuş, mürşidi olduğu Kadiri tarikatı Halisiye kolunun hizmetini burada yapmıştır. Zikir ve başzakir için halife tayin etmemiş. Harputlu Şeyh Hacı Baba, Antepli Mustafa Baba, Urfalı Hafız Halil Efendi’ye halifelik icazeti vermiştir. Çevre illerden binlerce kişiyi irşad etmiştir. Ona ait tespih, cübbe ve sancak caminin ziyaret girişinin yanındaki bir odadadır. Türbesi, Kadiri şeyhi olan babasının ayak ucundadır. Dergah Camii ile adı özdeşleşmiş; zikir sırasında “post duası”nda ismi anıla gelmiştir. Rivayetlere bakılırsa; Dede Osman zamanında zikir huşu ile yerine getirilirmiş. Bazı zakirlere göre, esas zikir, Dergah Camii’nin üst yanındaki mağaralarda (çilehaneler) yapılıyormuş. Yaklaşık bir saat süren Dergah zikrinde “Esma-il Hüsna (Allah’ın adları), tövbe-istiğfar, Allah sıfatları, la ilahe illallah, subhane, peygambere salavat, selat ve selam” onlarca defa dile getirildi; çeşitli el, kol, parmak işaretleri yapıldı ve post duasına geçildi. Dua, peygambere salat ve selam ile başladı; sonra sırasıyla ruhuna fatiha okunacaklar (dört halife, ehlibeyt, tarikatların kurucu mürşitleri, evliya, ermiş, alim, salihler, fakirler, şehitler, faziletliler, seyyid ve şerifler, ilahi aşıklar, sadıklar, dervişler, vs) ile devam etti. Zikir bitişinde Dergah makamında bulunan tarikat şeyhleri, evliya ve diğer zatların türbeleri önünde dua edilip fatiha okundu. Bu arada dileyenler, 1960’ta camii avlusunda gömülü (sonra çıkarılıp başka yere defnedildiği söylenen ama bilgimize göre öyle yapılmış gibi olmasına rağmen aslında hiç kabrinden çıkarılmayan) Said-i Nursi’nin ruhuna gıyaben fatiha okudu. Sabah zikri en görkemli ve kalabalık olanıydı: ikindi zikri, huşu ve coşkuyla yapıldı; katılan insanlarda sekr, vecd ve çoş hali yaşandı. Yatsı zikri daha az kalabalık ve daha kısa sürdü; dört duanın toplam 806 kez tekrarı yapıldı ve “Hu, hu, hu” nidalarıyla bitti. Yatsıda sekr ve vecd hali yaşanmadı. Çıkışta emekli öğretmen Akif Hoca’yla konuştuk. Zikirde işaret parmağıyla “yürek, yer, gök, sağ ve sol” yanlara işaret ediliyordu. Manasını sorduk. Açıkladı: “Allah her yerdedir; gökte, kalpte, yerde, vs. anlamına gelir. Arapça Ayn, Ha, Kaf ve Mim gibi harflerin tekrarlanmasına ‘şeş cihat’ denilir. Bunların her birinde bir işaret, bir şifre vardır. Büyülü işaretlerdir bunlar. Gerçeğini Allah bilir.”

  Cumhuriyet’ten önce Mevlevi Tekkesi (Mevlevihane) olarak bilinen, şimdilerde kültür derneği olarak işlev gören mekan tarihi Urfa çarşısında. Hafız unvanıyla bilinen Kasım Sezer bizi karşılıyor. 36 yaşında; inancına uygun giysiler içinde, bizi güler yüzle karşılıyor. Dergahı gezdiriyor: Girişte “EDEB YA HU” levhası var. Hemen altında bir dörtlük: “Ehli diller arasında aradım kıldım taleb/ Her hüner makbul imiş, illa edeb, illa edeb.” 250-300 kişilik iki büyük salonda halılar serili, minder ve motifli yastıklar dizili. Eski Urfa Mevlevi şeyhleri ve Mevlevi zikirlerine ait 1905-1915 tarihli birkaç fotoğraf duvarları süslüyor. Kasım Hafız, Mevlevihane’nin tarihine ilişkin bir kitapçık elimize tutuşturuyor: Adı “Her Şey Döner”; yazarı A. Asaf Döner. Tipik bir Mevlevi felsefesi; kişi zikirle arş-ı aleme yükseliyor; kendini unutup Allah’a vuslat için deveran ediyor. Kitaba göz atıyoruz: “Mevlevilik’te 18 rakam vardır; 9 olursa nısf (yarı) Mevlana denir. Mevlevilik üç asli unsura dayanır: Musiki, şiir, semai. Şiirlerdeki şarap feyzdir, manevi zevktir; meyhane, bu dünyadır, insandır; peyman, insanların gönlüdür, kalbidir; saki mürşittir, olgunlaşma gayretindeki insandır; tekke insanlığın mabedidir, gönül gözünün aydınlandığı, kalp gözüyle görmeye başlanılan yerdir; Seyyit, sır bilen kimsedir.”

  Türkistan’dan Anadolu’ya gelen iki kardeşten Hacı Abdülhamit Efendi Konya’ya, Hacı Mehmet Efendi Urfa’ya yerleşir. Ilki, icazetini alır almaz Haydar Dede ile birlikte Mevlevihane’yi inşa için Urfa’ya atanır. 1740’ta inşaat halindeki mekanda, meşk (zikir) fiilen başlar. Mevleviliği 112 yıl devam ettiren Hacı Abdülhamit, 132 yaşında 1852’de vefat eder. Onu Hacı Seyit Ahmet (1898) ile Hüseyin Hüsameddin (1920) izler. Dergah, 1925’te Tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla birlikte kıraathaneye çevrilir; 1950 yılında hal pazarı olarak kullanılır; 1960’ta satılır; 1996’da vakıf haline getirilir; 2004 yılları arasında Mevleviliği Yaşatma ve Kültür Derneği adı altında gençleri çevresinde toplayarak tam faaliyete başlar. 1925-56 arasında Mevlevi zikirleri, “sıra geceleri” ismiyle Mıkım Tahir tarafından icra edilir. 1925’ten itibaren mevlevizadelerin ilk kuşağı Hacı Hasan Döner; ikinci kuşağı Mehmet Nevzat Döner (1956-66), üçüncü kuşağı (1966-96), dördüncü kuşağı ise Mehmet Mercan Özkan ismiyle başlar.

  Kasım Hafız’ın anlatıyor: “Burası bir mekteptir. Profesyonel ses sanatçıları buradan çıkar. Ancak musiki, şiir ve semanın amacı zikir ve ibadettir. Mevleviliği bir meta aracı gibi profesyonelleşmesine karşıyız. Urfa’daki meşkleri (zikir, ayinler) ünlü mevlithanlar şenlendirirdi: Rahmetli Ehmed Abi, Tenekeci Mahmud Usta, Dede Osman, Halil Hafız, Culha Mahmud Hafız ayrı bir makam, ayrı bir ekol ve sistemdi. Sallamaç Ömer Hafız, Kürt Ömer Hafız, Şeyh Ibrahim Efendi, Ahmed Hafız, Şadi Hafız bunlardandır. Şadi Hafız mevlit okumazdı; salt usul-makam bilirdi. Halil Hafız Kahvecibaşı ile Ahmet Hafız’ın sesleri üzerine Türkiye’de ses çıkmadı. Hafızlar içinde Mahmud (Dellek) Akagül, en iyi makam bilenidir.”

  Mevlevi meşk (zikir)’inden önce, Sallabaş Ömer Hafız ile hafızlık ve mevlithanlık üzerine söyleşiyoruz. Anlatıyor: “Genelde 9-11 yaşlarından itibaren hafızlığa başlanır. Sadece Kur’an’ı ezberlemek yeterli değil; aynı zamanda sesin, makamın güzel olması ve belli bir bilgi birikimiyle donanmak gerekiyor. Hafızlık edep erkan ister; Beyaz izar (kötü şeyle lekelenmemek) ister; elverdiğince az kusurlu olmak lazımdır.” Kendisi ortalama ayda 15-20 mevlide katılırmış; ona göre Urfa’da 40-50 hafız bulunuyor. Hatırlatalım: Urfa’da sünnet, düğün ve taziye mevlitlerinde tef çalınır. Eskiden böyle değilmiş.

  Urfa’daki zikirlerin adları tekkeden tekkeye göre değişiyor. Mevlevilerde “meşk, menduhi ve muhabbet” deyimi geçerli; Kadiriler ile Rifailer, buna “neşe, ahenk”; Melamiler “cümbüş” diyorlar. Zikri yönetenler genelde şeyhten icazet veya el almış kimseler. Bunlara “cıddo” (Arapça: dede) deniliyor. Perşembe akşamları yapılması adet halini almış meşke davetliyiz: 250 kadar katılımcı var: Yaşlı, genç, çocuk her yaştan ve her kıyafetten (takım elbiseli, kaftanlı, gömlekli, gömleksiz) insan var. Orta oyunu temaşa eder ve konser dinler gibi sessiz, oturarak izliyorlar. Semazenler, külah, takke ve haydari (hırka, yelek) giyerek ellerini göğüslerine kavuşturup eşikte başlarını eğerek selamlayarak tek tek içeri girdiler. Bunları tef çalanlar izledi. Ardından serzakir (meşki yöneten) yerini aldı. Ayağa kalkıp selam alıp verdi. Diz üstü oturdu. Herkes birbirini yeniden selamladı. Mevlevi semazenler sağda sıra oldular; secdeye varıp, diz üstü oturdular, eller dizlerin üstünde kaldı. Serzakir, eliyle dizinde ritm tutturup işareti verdi; “Şu benim divane gönlüm…” ilahisi eşliğinde, tefler çalınmaya koro halinde ilahiler okunmaya başlandı. Semazenler ikişer, üçer ortaya çıkıp dönmeye başladılar. Serzakirin denetiminde uşak, rast, seyyah, hicaz, hüzzam, nihavend makamlarıyla ilahiler okundu. Arada hafız, Kur’an okudu; Diğer tarikatların sema figürlerini icra eden ikinci ekip, haydariyelerini çıkarıp daha hareketli biçimde deveran eyledi ve değişik rakslar yaptı. Döndü (Kadiri figürü); el ele tutuştu (Şazeli figürü); elleriyle göğüslerini bastırdı (Rifai şiş-debbus batırma figürü); hızar çeker (Hz. Zekeriya’nın hızarla biçilmesini temsilen) gibi yaptı. Nihayet “topraktan geldik, göğe yükselip toprağa döneceğiz” düsturuna (Kadiri figürü) uygun biçimde yonca yaprağı gibi yere kapandı, elleriyle secdeye varıp birden zıpladı. Yerden bir şey alma figürü ise, semazenin “kendindeki muhabbeti, karşısındaki menduhiye aktarma” biçiminde yorumlandı. Böylece birçok tarikat sema figürü (zikri) iç içe geçmiş biçimde sergilendi. Serzakir arada fasıl geçerken, tefçiler sadece nefesleriyle ritm tutturdular. Mevlit okunurken semazenler yerlerine dönüp oturdular; yerini diğer semazenlere bıraktılar. Bu arada ışık söndü; hareketli ekip yeşil ışıkta veya yarı karanlıkta sema gösterisi yaptı. Arada sırada Allah, Muhammed, Hz. Ali, Ehl-i Beyt adları sıkça tekrarlandı. Başta Abdülkadir Geylani olmak üzere tüm tarikat kurucu şeyhlerinin isimleri zikredildi. Yarı karanlıkta sema dönmek ve Allah, Muhammed, Ehli Beyt ve tarikat kurucularının isimlerini zikretmek, izlediğimiz tüm tekkelerdeki zikirlerde aynıydı. Son bölüm Kur’an okuma, koro halinde Allah’a ve Peygambere hamd ve sena ile sona erdi. Selamlaşma ve “Hu” çekilerek zikir faslı kapandı. Önce serzakir, ardından semazenler salonu terk ettiler. Başlangıçta cezveyle sunulan mırra (acı kahve) ile açılan zikir; meyankökü balı, Mevlevi şerbeti ve şeker dağıtılarak son buldu. Aynı lokmayı paylaşmanın simgesidir bu.

  Mevlevizadelerin dördüncü kuşaktan temsilcisi konumundaki Mehmet Mercan Özkan, Münir Nurettin Selçuk’un talebesi namlı bir musikişinas. Şehirdeki dini musikiyi soruyoruz. Anlatıyor: “Urfa bir tasavvuf bahçesidir. Bir zamanlar buralarda Şazeli ve Bektaşi tarikatından olanlar da vardı. Buralarda çoşa gelip sema dönmüşler. Mevlevihane’nin Urfa müziği üzerindeki derin izleri var. Yörede koro halinde okunan ilahilere ‘çifte’ denir; muhabbette solo halinde söylenenlere ‘gazel’, mevlit okumaya ‘tekçi’ denilir. Ilahilerin bir kısmı methiye, diğeri mersiyedir. Tasavvufta ilahi gazel (ilahi aşk, Allah, Muhammed, Ehli Beyt, Abdülkadir Geylani, Ahmed Rifai) adına okunur. Bu Istanbul ağzı değil, ‘gazel ağzı’dır. Böylece Türk klasik musikisi, Urfa klasik halk musikisiyle sentezlenir. Eskiden Urfa’ya sürgün edilen büyük musikişinaslar; “sıra geceleri” biçiminde mersiye, mesnevi (hicaz), hoyrat ve medevi (Urfa’da mevlit) okurlarmış. Urfa mevlitleri Süleyman Çelebi’nin bilinen mevlidine benzemez. Hacı Nuri Hafız Başaran tarafından tertiplenen mevlitler genelde ‘Mustafa Mevlidi, Rıfat Mevlidi ve Kıratlıoğlu Mevlidi’ diye nam salmıştır. Okunma üslupları gazele yakındır. ‘Beşiri hoyrat’ mevlit de mevcuttur ama sözleri ayrıdır. Urfa’daki gazeliyat, tasavvuf musikisini icra eden ustaların çoğu hoca, alim ve hafızlar tarafından okunur. Ortak yönleri bu olsa gerek. En namlı gazelciler Eskici Dede Osman, Tenekeci Mahmud, Mıkım Tahir, Kazancı Bedi ve Cevher Hoca’dır. Tasavvuf erbabınca düzenlenen sıra gecelerinde genelde türkü, şarkı, gazel ve ilahi okunur. Sözgelimi ‘Yar yüreğim yar/ gör ki neler var’ veya ‘alaydın elin elime..’ sıra gecelerinin gazelidir. Urfa ilahilerini icra usulü, Istanbul’dakinden farklıdır. Istanbul’da ‘sofyan’ denilen iki dörtlük söz konusudur; Urfa’da ise 6-9-10 zamanlı sofyan geçerlidir ki, genelde türkü formundadır. Tef çalmanın yöreye has biçimleri vardır: Girişte Rifai vuruş (debbus-şiş geçirme esnasında) esastır ki, buna ‘burhan havası’ denilir. Ne yazık ki, tasavvuf musikisi ve semazen zikirleri, son yıllarda düğün ve şenliklerde meze; Sufi sofralarında yemek mezesi olmaya başladı. Halbuki zikir, bir tasavvuf yoludur.”

  Urfa’da ilk kez kitlesel taban bulan tarikat Kadirilik’tir. Daha önce şehirde Nakşibendilik, Rifailik, Halvetilik, Şazelilik ve Mevlevilik az sayıda insan tarafından kabul edilmişti. 1600 yıllarında Ismail Rumi sayesinde Urfa’ya giren Kadirilik ise, kitlesel taban bulan ilk tarikattır. Kadiri geleneğinden Şıh Sodey tekkesine Beraat Kandili gecesi uğradık. Şeyh Sevde (Arapça: Esmer) lakabıyla ünlenen M. Sait Karakuş artık hayatta değil. Kendisinin vehbi (ruhi alemden) bir takım evliya meziyetleri kesbettiği; halk dilinde herkese nasihat ettiği dilden dile dolaşıyor. Otogardaki garibanlara sahip çıkıyormuş; ortalıkta ne kadar esrarkeş berduş, hapçı, hükümlü varsa bunları tekkeye getirip ahlaki ve dini terbiyeden geçiriyormuş. Sözleriyle siyah yılana hükmediyormuş. Özellikle evlerden yılan toplayıp insanları beladan kurtarması, kendisine “Yılanların Şeyhi” lakabını kazandırmış. Layık görmediği için postuna halife tayin etmeyen Şıh Sodey’nın üç evladı, tekkedeki zikirleri yönetiyorlar. Katıldığımız zikirde, kametten (ezan) sonra namaz kılındı; ardından herkes sırayla döner durumda tokalaştı. Kur’an’dan ayetlerle birlikte mevlit faslıyla birlikte ilahiler okundu. Cemaate uygun vird (belli ayetlerle birlikte dualar) yerine getirildi. Ardından sema başladı. Cıddo’dan yani zikri yöneten zatın önünde eğilip sema için izin aldıktan sonra, Semazanler, tefler ve ilahiler eşliğinde dönmeye başladılar. Tef çalanlar, aynı zamanda ilahi söylüyor her makamdan musiki icra ediyorlardı. Arapça, Türkçe ve Kürtçe ilahiler söylendi. Üç saatlik gecenin yarısından başlayıp sonuna kadar deveran eden bir zakir ile zaman zaman kendisine eşlik eden ama daha kısa aralıklarla hızlıca dönen diğer genç zakirler dönüp durdular. Bu arada deveran eden, sema dönen zakirlerin muhtemel düşüşlerini veya çoşa gelip sarsılmalarını önlemek üzere bir veya birkaç kişi, ayakta hazır bekliyordu. Sonlara doğru zikir doruğa tırmandı; cemaatteki yaşlı, genç ve çocuklar vecd ve esrime halinde “Allah, Muhammed” adını anıp “hu” çekerek” sürekli devinmeye; bağdaş kurmuş halde topluca ritmik hareketlerle başlarını ve bedenlerini ileri geri sallamaya başladılar: Bu arada kendinden geçip işaret parmağıyla Allah’ı işaret edenlerle kendinden geçenler ise gönüllüler tarafından şahdamarları, boyunları ve elleri tutularak “destur” sözüyle teskin ediliyorlardı. Kur’an okuma, toplu salavat ve Fatiha’yla birlikte muhteşem zikir sona erdi. Şerbet, tatlı ve şeker dağıtıldı. Cemaat hatır isterken, Cıddo’nun yanına teşekkür ve veda için gittik:“Biz devlete, vatana ve millete bağlıyız” dedi.

  Eyübiye mahallesindeki Şıh Fatih’in mekanında taziye ve düğün mevlidine tanık olduk. Şıh Sode tekkesindeki gibi Kadiri usulle başladı. Mırra dağıtıldı. Bu kez açık havada yapılan mevlit, sırasıyla abdest, ezan, namaz, Kur’an ve vird okunmasından sonra halka haline geçildi. Bir zakir, elleri göğsünde başı eğik dört yanı selamladıktan sonra, yaklaşık bir buçuk saatlik sema ve deveranı herhangi bir sarsıntı olmadan tamamladı. Ara sıra ona eşlik edenler hem daha hızlı dönüyor, hem de çabuk ayrılabiliyorlardı. Tefler eşliğinde benzer ilahiler söylendi. Musiki makamları icra edildi. Açık havada her yaştan erkekler, bu arada çocuklar kenardan zikri temaşa ettiler. Kimisi toplu dua ve virde katıldı; bazıları ise daha çok “salavat ve fatiha” bölümlerine iştirak ettiler. Sonra topluca dua edildi; topluca ve slogan halinde Allah ve Muhammed ismi defalarca zikredildi. Mevlithan güzel sesiyle makamında bir mevlit okudu. Abdülkadir Geylani, yüzlerce defa zikredildi. Ilahiler Türkçe, Arapça, Kürtçe ve farklı makamlarla söylendi. Evliya ve tarikat kurucularının isimleri zikredildi; arada bir fısıltı halinde “hay, huy” sesleri çıkardı ilahi söyleyenler. Bitişte esans ve şeker ikram edildi; kalanlara çay sunuldu. Temaşadan veya bir konserden çıkmış gibi, insanlar manevi bakımdan tatmin olmuş biçimde evlerine yollandılar. Zaten buradaki etkinliğin bir ismi de “neşe” idi. Zikri yöneten Cıddo ile konuştuk. “Rahmetli Şıh Fatih, içki şişesini bırakıp zikre katılın, sonra gidip yine alın’ diyerek ayyaş ve hapçı takımını hoşgörülü davetiyle yola getirirdi. Kendisi evladı Resul’dendi ama klasik anlamda şeyhlik yapmazdı. Şark Bülbülü lakaplı Seyfettin Sucu, bu mekanın dervişiydi. Ibrahim Tatlıses, buranın müdavimiydi”

  Dış görünüşü itibarıyla Hasan Sabbah’ın Alamut Kalesi’ni andıran Akabe’deki Rifai Tekkesi, halk arasında “Beş Mağara” diye bilinir. Destursuz girdik; Rifailik simgesi haline gelmiş iki aslan heykeli, giriş kapısında bekliyor. Özenle düzenlenen bahçe yeşillikler içinde; bu arada ceylan, tavus, sülün ve güvercinlerin bulunduğu minik bir hayvanat bahçesinden söz edilebilir. “Bahçe ve bostanla uğraşıyorum” diyen Ahmet Hoca isimli zat, bize tasavvufi felsefeye ilişkin tatlı kelam eyledi: Urfa’daki ermiş zatların hepsi birbirini tanımışlardır. Çünkü hepsi birbirine gül atmış; gülden incinmişler. Onu incitmemek, telini güzel vurmak lazım. Birinin eline saz verilir; teline vuracak olan muhabbet edendir. Sen de ben de varız; sen de ben de yok olacağız. Bir duymak var; bir dinlemek var; bir yaşamak var. Sormak gerek: Ben kimem, saki olan mey u sehba nedir? Tasavvufi sıra gecesinde musiki, aşığın (ilahi) aşkını artırır. Burayı kuran Rifai meşrepli Seyyid Mustafa Nuri Naim-i Rehavi (ö. 1915) ile Seyyid Yusuf Izettin yoldaş Naim-i Rehavi (1909-1991) hakkında kısa bilgi verdi. Rifai zikrinin çalgılı (tefin yanında diğer müzik aletleriyle) olduğu söylendi fakat biz tanık olamadık. Zikre katılma isteğimizi, “Biz gösteriş için değil, Allah için ibadet ediyoruz” diyerek reddetti. Bize de, dergahtaki bir beyti not etmek düştü: “Biz gedayiz surate emma cihan sultanıyız/ Bende-i Ali ala Şah-ı velayet kuluyuz.”

  Eskiden yörede Melamiler de varmış. Bunlar çeşitli çalgılarla “çümbüş” adıyla zikir yaparlarmış. Katılanların çoğu, toplumda “meczup/deli” diye tanımlanan sıra dışı insanlar. Tanımayanlar, bunları “dilenci” sanır. Urfalılar bu “meczup” takımına hem saygı duyar, hem de “tekin değil” diye onlardan çekinirler. Melami zikirlerine katılan bir zatla buluştuk. Şunları anlattı: “Her dinde bir cezbe hali vardır. Buna kapılanlara meczup denilir. Rivayete göre Dergah Camii, bir meczup yüzü suyu hürmetine yıldırım çarpmasından kurtulmuş. Bu meczuplar tekin değiller; bazen sevdiklerine bile zarar verebilirler. Melamilerin son temsilcisi Kemancı Abdi böyleydi. Esprili, iyi bir müzisyendi. Ne istersen verir, lokmasını herkesle paylaşırdı. Dünyaya sırtını çeviren biriydi. Bu tür insanlar giderek daha fazla gizleniyor; kimse, bunların sırları açıklamasını istemiyor. Ama meczuplara ihtiyaç da var: Feyz, bereket var bunlarda. Çünkü dünyayı idare manevi yönden kuruyup idare eden bu meczupların, kıyamet gününde büyük dereceleri vardır.”

  Abdülkadir Ikbal, yörede tanınmış bir Nur şakirdi. Yerel gazetede köşe yazıları yazar, ilmi çalışmalarda bulunur. Yerel radyo ve televizyonlarda Arapça, Zazaca,Türkçe ve Kürtçe programlar yapıyor. Izzet ikramı bol bir zat. Urfa’nın ruhani yüzünün doğru gösterilmesi için her türlü açıklama ve yardımda bulundu. Nur talebelerinin devam ettikleri “sohbethane”de buluştuk. Nur talebelerinin zikir yapmadıklarını ama Hz. Ali’nin duası olarak bilinen “cevşen” in yanında Kur’an okuyup, dini sohbet yaptıklarını, bu arada ilim öğrettiklerini açıkladı. Dergah Camii’ndeki zikirlere katılıyor. Tarikat ve cemaat zikirlerini de olumlu buluyor. Zikrin toplu değil, şahsi (bireysel) olduğunu vurguluyor. Görüş belirtiyor: “Imam Rabbani diyor ki, ‘Alim olmayan tarikata girmesin!’ Tarikat iyi hoş velakin salt zikirle olmaz; ilim-irfan gerek. Oysa bu çevrelerde genelde okumuş ilim almış olanlar azdır. Kasetler, video-bantları zikir olayını yaygınlaştırıyor. Halk ister istemez, cemaat ve tarikatların mürşid veya önde gelenlerine kutsiyet atfediyor. Urfa en çalkantılı dönemlerde dini bakımdan özelliğini yitirmedi. Bölündü ama çoğaldı. Tevhid anlayışı gelişti; ruhani yüz daha bir belirginleşti. Yozlaşmaya karşı ‘iç alemi’ yaşamak ibadetle olur. Tasavvuf ilimli birlikte olmazsa; ruh ve akıl dünyası bir araya gelmezse; Kur’an ile müspet (pozitif) bilimler sentezlenmezse, din gerçek anlamda yaşanamaz.”

  Kıbrıs Tekkesi’ne uğruyoruz. Beş-altı kişi var. Sohbet ediliyor, başta Urfa’nın simgesi haline gelen isot (biber) olmak üzere ortak yemek yeniliyor. Bu eski mekanda bine yakın kitap var: Çoğu Arapça; genelde tefsir ve tasavvuf üzerine yazılmış eserler. Oradaki bir zat; “nefi ispat zikri (kelime-i tevhid) zikri neredeyse orası gül yağı serpilmiş gibi olurdu; kokusu 15 günde çıkmazdı” dedikten sonra, toplulukla sohbet ediyor: “Gaye ,sünneti seniyeyi (peygamberin davranışlarını) ihya etmek; zahiren (görünüşte) Şeriattı gara ile müzeyyen (din kurallarla süslü); batınen (içrek olarak) kalbinde Allah ile meşgul olmaktır. Geçmişte sünnetin ihyası, bin kerametten daha üstündü. Eski evliya ve şeyhlerin yerlerine geçenler, bugün bunları yapıyorlar mı, bilmiyorum.” Kendisine göre; Hoca Osman Bırciki (1939), Hacı Murad Efendi (1947), Molla Derviş, Abdülhakim Arvasi halifesi Hacı Şükrü Kılıç (1970) ile Şeyh Izeddin takvayı yaşayan zatlardı. Keza Kadiri şeyhlerinden Cevher, oğlu Hasan, oğlu Sinan, Fehmi Baba ve Saffet Baba; Rifai tarikatından Şeyh Bilek muhterem şahsiyetlerdi. Nuri Baba için bir şey söylemiyor. Televizyon, kadınların sokağa çıkması, bozulan mektep ve medreseleri ise yozlaşmanın dört ana sebebi sayıyor.

  Ilahiyat mezunu emekli öğretmen Mahmut Dörtbudak, (54) tasavvufi sohbet halkalarından birinde dervişan tavrıyla dikkatimizi çekti. Meğer kendisi, Türkiye ve belki Islam dünyası çapında bir hattat imiş. 1963’te devam ettiği Kur’an kursunda M. Behçet Arabi’nin yanında bir satır yazmakla hat sanatına başlamış. Ustası Lobut Ahmet ile Eli Helife diye bilinen Mevlevi meşrepli iki zatın yanında yetişmiş. Konuya ilişkin bir kitap bile yazmış. Ona göre hat, Hz. Ali’yle başlıyor. Hat aynı zamanda bir “meşk’tir. Deyimsel anlamda meşk, hüsn-ü hat sanatını öğrenmek; alıştırma yapmaktır. Hoca’dan meşk almaya “temeşşük” denir.

  Talik, rika, sülüs, celi sülüs, kufi (Eyyübi), makili, divan ve celi divan” gibi hat çeşitlerinde ustalaşan Mahmut Hoca’nın albümünde yaklaşık 150 kadar son derece estetik, kompozisyonu güzel ve yaratıcı eser gördüm. Birkaç kez Urfa, birer defada Istanbul, Ankara ve Çorum gibi yerlerde sergi açan Hoca, kanımca, kabuğuna çekilmiş, köşede kalmış ve keşfedilmeyi bekleyen bir cevher! Tanıyanları, “Hoca’nın üslubu kendine hastır; bu alanda tektir” diyorlar. O ruhani dünyasını, hat yoluyla estetiğe dönüştürmüş.

  Urfa; cami, tekke, türbe, mezar ve kabristandaki kitabeleriyle de pek ünlü ve özgün. Konunun uzmanı Mahmut Karakaş açıklıyor: “Kitabelerdeki manzume ve mersiyeler, Urfalı şairlere mahsustur. Çoğu, mezar taşlarından bilinir. Şehirde 50 şair yaşamış. Osmanlı devrindeki 150 ünlü şairin en azından 10’u Urfalıdır. Mevlevi ve diğer tarikat meşreplidir. Özellikle tarikat şeyhleri adına dikilen mezar taşlarındaki mersiyeler ünlüdür.”

  Mehmet Emir Kurtoğlu’na göre; Urfa kültürü geçişlidir. Dini gelenekler harmanlanmış, iç içe geçmiştir. Hıristiyan aziz ve keşişler efsaneleşerek benliklerinden çıkmış, Islam döneminin evliya menkıbeleriyle özdeşleşmiştir. Hıristiyan mistisizmi Islam tasavvufunu etkilemiş; aziz ve evliya kerametleri bazen örtüşmüştür. Sözgelimi Hıristiyan George (Circis), bu şehirde nebi olarak bellenmiştir: Hz. Isa ile Hz. Muhammed arasındaki zaman diliminde ermiş Circis, sığırları diriltip, hastalara şifa verebiliyormuş. Kemiklerinin Peygamber (Carhoğlu) Camisi’nin temelinde olduğu sanılıyor.

  Urfa’daki en önemli tekkeler ise şunlar:

  1. Kıbrıs Tekkesi veya Hacı Mihman Camii: Kıbrıs defterdarı Hacı Abdurrahman’ın adını almış.

  2. Şıh Saffet Tekkesi: Ramazan Şani tarafından yapılmış ve Safvet Efendi tarafından onarılmış.

  3. Hindiye Tekkesi: Eskiden Hindistanlı Müslümanların kaldığı yermiş.

  4. Abdülvahit Tekkesi: Rodoslu bu din alimi, gelip burada talebe okutmuş.

  5. Şıh Mas’ut (Maksut) Tekkesi: Nişabur’dan gelen Nakşi meşrepli bu zat tebliğ için tekkeyi kurmuş. Ahmed Yesevi halifelerindenmiş.

  6. Nebi Efendi Tekkesi: Halk arasında pek saygın olan Nebe Efendi, Nakşiliği yaymış.

  7. Mevlevi Tekkesi : Geçmişi 17. yüzyıla kadar uzanan bu tekke, Cumhuriyet’le birlikte kapatılmasına rağmen son yıllarda dernek olarak yeniden faaliyete geçmiş.

  8. Kadıoğlu Tekkesi: Ahmet Zeki Hafız Rufai halifesi, burada hizmet vermiş.

  9. Ayrıca Akabe diye bilinen tepede Nuri Baba, Eyyübiye semtinde ise Şıh Fatih tekkesi bulunuyor.

  Tekke ve cemaatlerin müdavimleri genelde fakir insanlar. Varoşların kültürel faaliyetleri buralarda icra ediliyor. Halk arasında “berduş” diye bilinen gençler, “bu tür tarikatlar yoluyla hidayete eriyorlar. Günümüzde güçlü şeyh ve halifeler olmadığından, Urfa’daki tarikat ve cemaat çevreleri tipik “halk Islamı” diyebileceğimiz folklorik birer unsur olarak işlev görüyorlar. Ilmi derinlikleri pek yoktur. Her türlü dinsel motife ve kültürel faaliyete menkıbe, efsane ve mistik bir atmosferin egemen olduğu söylenebilir.

  Şanlıurfa’da 17 belirgin dini ziyaret mekanı bulunuyor: Hz. Ibrahim Makamı (Burası, müştemilatıyla birlikte “dergah” diye anılır. Çünkü civarda birçok camii, ziyaretgah (kabir ve türbe) ve medrese yer alır), Eyyüb Peygamber Makamı, Eyyüb Nebi (Viranşehir), Hayat el Harrani (Harran), Şeyh Mes’ud (Şıh Maksut), Bediüzzaman Ahmet el Hemedani, Hac Kermo (Kadiri şeyhi), Abdurrahman Dede (Bermeki), Yakup Kalfa (Kadiri şeyhi), Ali Dede (Şazili şeyhi), Arş Hoca, Şeyh Ebubekir, Dipsiz Ziyaret, Boztepe Ziyareti, Akbalık, Öküz Taşı, Dabakhane.

  Araştırmam boyunca gönüllü yardımcım Gül San, ne kadar cevval olduğunu, bizim ulaşamadığımız kadınların ruhani dünyasına ilişkin, kaynağından edindiği bilgilerle kanıtladı: Erkeklerin tekkelerdeki zikir ayinleri, kadınlar arasında “Cumaevi” denilen kapalı mekanlarda yapılıyor. Her tekke şeyhinin yakını (annesi, bacısı, eşi veya ondan icazet almış başka bir kadın) kadınlara mahsus zikirleri yönetiyor: Zikir perşembe akşamı veya genellikle cuma sabahı yapılıyor. Sabah erkenden toplanılıyor; halka oluşturuluyor, Evrad-ı Fethiye okunuyor, zikir yapılıyor, mevlit okunuyor, yine zikir yapılıp öğle namazı kılınıyor. Bu zikirlere her meşrepten (Kadiri, Nakşi, Rıfai, vs.) kadın katılabiliyor. Nur Cemaati kadınlarının yetkinleri, cevşen okunduktan sonra din konusunda ders veriyorlar ve öğlen iki saatlik ibadetle sohbet halkası son buluyor. Burada zikir yapılmıyor. Urfalı kadınlar kendi aralarında ortak Hac ziyaretine gidiyorlar.

  Ziyaretgahlara kadınların ilgisinin çok daha yoğun olduğunu belirten Gül San, hangi türbelere niçin gidildiğini de şöyle açıklıyor:

  Hz. Ibrahim Makamı: Mağaradır. Peygamberin Burada doğduğu ve bir süreliğine kaldığı rivayet edilir. Içindeki suyun sinir ve ruh hastalıklarına şifa olduğu kanaati yaygındır. Çocuk sahibi olmayı murat edenler, dilekleri tutarsa çocuklarına Halil Ibrahim adını verirler.

  Eyyüb Peygamber Makamı: Dini amaçlı ziyaretlerde Hz. Ibrahim makamı ile eşdeğer görülür. Sabır dileyenler veya sütten kesilmiş çocuklar mekana götürülüp kendilerine sabır telkin edilir.

  Hekim Dede: Şifa amaçlıdır. Cuma salası verilirken ziyaret edilir. Çamaşırı türbede bir gece bırakıldıktan sonra yeniden hastaya giydirilir. Veya şişe içinde türbeye bırakılan zeytinyağı hastaya içirilir ya da bedenine sürülür. Ayrıca, konuşamayanlar veya henüz dili açılmayanlar, türbenin anahtarını ağızlarına alıp dudaklarıyla bastırırlar ki, konuşabilsinler.

  Şıh Bekir(Ebubekir): Bir hafta boyunca sabah erken ziyaret edilir. Gidiş gelişler sırasında asla konuşulmaz.

  Şıh Muhammet: Cuma salası okunurken türbenin çevresi yedi kez dolanılır ki, tutulan dilek gerçekleşsin.

  Karde Veran Kızlar Köyü (Öküz Taşı): Uzaktan bakılınca öküzü andıran taşın yanı başında ermiş bir zatın türbesi varmış. Perşembe gecesi şifa niyetine ziyaret edilir. Dileği yerine gelen, kara tavuk kesip bulgur pilavını ziyaretçilere dağıtır veya onlarla birlikte yer.

  Şıh Müslüm: Perşembe gecesi türbede yatılır. Hasta ve kısır kimseler buraya giderler. Ziyaretten sonra gebe kalıp doğuranlar, çocuklarına Müslüm adını verirler.

  Hackermo (Hacı kerim) Türbesi: Evde pişen köfteyi Hacdaki ağasına sıcağı sıcağına yetiştirdiği rivayet edilir. Evlenmek ve çocuk sahibi olmak isteyenler buraya rağbet ederler. Dilek tutmuşsa, türbe çevresindeki ziyaretçilere adak niyetine çiğ köfte veya içli köfte sunulur

  Şıh Maksut: Bahtının açılmasını isteyenler Cuma salası ile birlikte “Mum yaktım, nice muskalar taktım, çözülmeyen kara bahtım” diye mekanda dilek tutarlar. Ayrıca öksürük ve boğmaca gibi dertlerden muzdarip olanlar da şifa niyetine türbeye giderler.

  Ağziyaret Köyü: Ilkbahar ve sonbaharda köydeki türbe ziyaret edilir. Kısırlık ve hastalık için şifa dilenir; yağmur yağması için dua edilir.

  Nebi Efendi: Şehir mezarlığındaki türbeye güneş doğmadan dilsiz (hiç konuşulmadan) yedi gün boyunca gidilip gelinir.

  Dabakhane: Yaramaz ve haylaz çocuklar, uslanıp akıllanması için buraya götürülürler.

  Bediüzzaman (Ahmet el Hemedani) Kabristanı: Çarşamba günleri ziyaret edilir. Romatizma ve benzeri ağrılar için şifa dilenilir; kadınların mıraza (evlenme gibi) kavuşması için dua edilir.

  Akbalık: Hz. Ibrahim’in ateşe düştüğü varsayılan göl kaynağında, beyaz bir balık bulunduğuna inanılır. Dilek sahipleri üzerinde ayetler yazılı kağıt parçalarıyla bir şekeri suya atar. Beyaz balık görünüp atılanı yerse dilek tutmuş demektir.

  Ariş Baba (Arş Hoca): Bu zatın kadın olduğu rivayet edilir. Genelde evhamlı kimseler, bu illetlerinden kurtulmayı murat ederler.

  Şıh Şamil: Genelde iş arayanlarla işleri yolunda gitmeyenler tarafından ikindi ile akşam arası bir vakitte ziyaret edilir.

  Ciğer Baba: Direkli’deki incir ağacına niyet edilip bez bağlanır. Dilek tutarsa, oradakilere ciğerli pilav dağıtılır.

  Kara Baba: Sütü kesilen loğusa kadınlar, hedik (haşlanmış buğday) alıp türbenin üstüne dökerek şifa dilerler.

  Üzüm Baba: Sıkıntıdan kurtulanlar, kuru veya yaş üzümü türbeye bırakırlar. Üzümün kuşlarca yenmesi tercih edilir.

URFA'NIN KISACA TARİHİ:

 

Şanlıurfa'nın Göbeklitepe mevkiinde yapılan Kazılarda Şanlıurfa Tarihinin M.Ö. 9000 Tarihine kadar dayandığına dair bulgular ve tapınak bulunmuştur.       

 1984 yılında Fransız araştırmacı Gautierin başlattığı ve 1946dan sonra Prof. Kılıç Köktenin sürdürdüğü yüzeysel araştırmalardaki buluntular, Şanlıurfa ve çevresinin Paleotik (yontmataş), dönemde (MÖ 500.000-8.000) insan yaşantısına sahne olduğunu göstermektedir. Prof. Kılıç Köktenin Birecik İlçesi sınırlarındaki bulduğu el baltası bölgenin en eski tarihi kalıntısı olarak, yontmataş devrinde avcılık ve toplayıcılıkla geçinen insanların bu sıcak ve bol çeşitli hayvan yaşamına elverişli toprakları yurt tutuklarını göstermektedir. Atatürk Barajı göl alanında kalacak höyüklerde 1979 yılından bu yana yapılan yerli ve yabancı arkeolojik kazılarda bulunan domuz ve diğer hayvan iskeletleri o devirlerde bölgenin sık bir ormanlığa sahip olduğunu kanıtlamaktadır.

            1964 yılında Bozova İlçesi, Gölbaşı mevkisinde yapılan arkeolojik kazılarda paleolitik  dönem kalıntıları yanında neolitik dönem (MÖ 7250-5500) yerleşmelerine rastlanılmıştır. Ayrıca 1982 yılında Şanlıurfa Müzesi Müdürlüğünce Bozova İlçesine bağlı Şaşkan (İğdeli) köyü yakınlarındaki küçük ve büyük Şaşkan höyükleri arasında kalan arazide yapılan arkeolojik kazılarda elde edilen bulgulardan bu bölgenin ilk defa günümüzden 7000 yıl önce toprağa bağlanan insanlar tarafından iskan edilmeye başlanıldığı anlaşılmaktadır.

            Neolitikten sonraki ilk medeniyet evresi kalkolotik dönem (5500-3200) buluntuları,; Şanlıurfanın Bozova ilçesine bağlı Kurban Höyük, Lidar Höyük ve Siverek İlçesine bağlı Hasek Höyük kazılarında tespit edilmiş, ayrıca aynı kazılarda ilk Tunç Çağına ait (MÖ 3200-1800) çok sayıda değerli eserler ele geçirilmiştir.

              Dicle ve Fırat arası topraklar için MÖ ikinci bin yıllarına ait Hitit çivi yazılı metinlerde rastlanan ilk ad Hur Memleketleridir. MÖ birinci bin yarısında ise Asur vesikalarında bölgenin Hanigalbat adıyla anıldığı görülmektedir.  Bu ad, MÖ 13. Yüzyıl ortalarında çöken Mitanni-Hanigalbat devletini çekirdek arazisin teşkil etmiş olmasına dayanır görünmektedir.

             Mitanni devletinin çökmesiyle Urfa bölgesine bir Sami kavimi olan haramiler kitleler halinde gelip yerleşmişlerdir. Daha sonra bölgeye Asuriler hakim olmuş, bu devlet MÖ 610 yılında İran ve yeni Babil devletleri tarafından yıkılmış ve Urfa bölgesine (Elcezire) İranlılar hakim olmuştur.

           Büyük İskender istilası (MÖ 331) ve bunu izleyen Helenistik devirde Urfa tarihin belgelerle daha belirgin olarak izlemek mümkün olabilmektedir. Büyük İskender'in ölümünden sonra parçalanan imparatorluğun Urfa bölgesi Selevkosların elinde kalmıştır.

          Selevkoslar devrinde Grek ve Makedonya yurtlarında Urfa bölgesine büyük bir oranda göçler olmuş ve bunlar eski Grek adetlerine göre kurdukları şehirlere eski yurtlarındaki bazı mahalle ve şehirlerin adlarını vermişlerdır,

           Selevkoslar MÖ 334de Süryanilerin Urhai (Orhay-Urfa) kasabası üzerine Edessa adıyla bir kent kurmuşlardır. Edessa Makedonyanın başkenti Aigainin (şimdiki Vodena) bir mahallesinin adıdır ve Urfaya kurucuları olan Makedonyalılar tarafından verilmiştir. Fakat yerli halk bu yabancı ismi benimsememiş ve kente Urhai demeye devam etmiştir.

         MÖ 334-136 yılları arasında Urfada hüküm süren Selevkostlar bu bölgede Edessadan başka Carhae (yeni bir plana göre düzenlenmiş Harran) Mekadonopolis (Birecik), Nikephorion (Rakka), Anthemsia (Suruç) kentlerini kurmuşlar ve buralara kendi halklarını yerleştirmişlerdir.

        MÖ 137 yılında canlanan bizim Eşkaniyan, Batılıların Arsakid dedikleri İran devleti bütün Mezopotamyayı yeniden eline geçirdi ve bu tarihten çok az sonra da Urfada tarihinde ilk ve son defa olmak üzere yerel bir şehir krallığı kuruldu. Urfa dışına bile taşamamış olmasına rağmen, Osrhoene Krallığı adını taşıyan bu küçük devlet MÖ 132de Arjaw (Elde Aryu) tarafından kurulmuştur. MS Nisan 216dan 242 yılına kadar Manu IX. Osrhone Kralı ünvanını almış, ancak onun bir Roma kolonisi haline getirilmiş Edessada hiçbir hüküm nüfuzu olmamıştır. Bu krallık 242-244 yıllarında ikti sene gibi kısa bir süre son defa olarak Abgar XI.nin Gordianus III. Tarafından Urfaya hükümdar tayin edilmesiyle ihya edilmiş, fakat bu Roma imparatorunun öldürülmesi sonrasında halefi Philippus, Sasani hükümdarı Şapur ile anlaşmayı tercih ederek Mezopotamyayı İranlılara terk etmek üzere bir anlaşma imzalamış, ancak bu anlaşma tatbik edilememiş ve Mezopotamya yine Romalıların elinde kalmıştır. Fakat bu sırada Orshoene Krallığı kesin olarak tarihe karışmıştır (MS 244).

        MÖ 132 MS 244 yılları arasında 376 yıl devam eden Orshoene Krallığı, para basacak kadar özgür ve güçlü İran devletine kafa tutamayacak kadar güçsüzdü.

       Urfa Krallığının bütün dünyaya yayılan esas ünü Hıristiyanlıkla ilgisidir. Kral V. Abgarın (Kara Abgar-Büyük Abgar) MS 13-50 yılları arasındaki ikinci saltanat devresi Hıristiyanlık tarihi bakımından çok önemli sayılır. Bütün Hıristiyanlık alemince meşhur olan Abgar Efsanesine göre bu zat, Hz. İsaya mektup yazarak Hıristiyanlığı tebasıyla birlikte kabul ettiğini bildirmiş ve Hz İsayı dinini yaymak üzere Urfaya davet etmiştir. Bu davet üzerine Hz. İsa, yüzünü sildiği mendile çıkan mucizevi resimini havvarilerinden Addai ile birlikte Kara Abgara göndermiştir. Hıristiyanlık aleminde kutsal sayılan bu mendilin uzun süre Urfayı düşmanlardan koruduğuna inanılmış, MS 944 yılında Bizans  imparatorunun doğudaki kuvvetlerinin komutanı Ioannes Kurkuas Urfa üzerine yürüyerek bu mucizevi resmi almayı başarmış ve onu büyük bir törenle İstanbula götürmüştür.

         Mandilion, Hıristiyan sanatında oldukça yer tutmuş ve hayali resimleri bir çok batı müzesini süslemiştir

        Bu ilgi çekici efsanede kral V. Abgarın Hıristiyanlığı kabul etmiş olması, tarihi gerçeklere uygun değildir. Hıristiyanlığı ilk kabul eden hükümdar, aynı hanedana mensup, aynı adı taşıyan IX. Abgardır ve bu olay 214 yılında gerçekleşmiştir.

       3. 6. Yüzyıllar boyunca Urfa ve bölgesi Romaya bağlı kaldı. Romalılar Urfa başta olmak üzere bütün şehirlerin surlarını yenileyip güçlendirdiler.

       Halife Hz. Ömer (634-644) zamanında Irak orduları komutanı Saad bin Ebu Vakkasın gönderdiği Abdullah bin Alban idaresindeki ordu 639 yılında Urfayı almış ve Orshoneyi Diyarı Mudar adıyla Şam eyaletine bağlamıştır. İslam idaresi Urfadaki Hıristiyan halka azami hoşgörüyü göstermiş, İslamın bu tutumu karşısında yerli halk kısa zamanda kendi arzularıyla Müslümanlığı kabul etmiştir.

       Emeviler ve Abbasiler zamanında cereyan eden iç ve dış olaylar esnasında Urfa daima İslam imparatorluğunda kalmış, ancak Abbasilerin dağılma yıllarında 1030 yılında Bizans hakimiyetine girmiştir.

      Selçuklu Sultanı Melikşah, komutanlarından Emir Bozanı Urfanın fethine gönderdi. Emir Bozan şehri üç ay sıkı bir şekilde kuşattı. Bu şiddetli kuşatma sırasında dışarıdan yardım göremeyen şehir halkının ileri gelenleri Bozanın yanına giderek Urfayı ona teslim ettiler (Mart 1087). Böylece Urfa Selçuklu hakimiyetine girmiştir.

      Urfa, 1098de I. Haçlı Seferleri sırasında Prens Baudouin de Boulogne tarafından zaptedilerek Haçlı Kontluğu idaresine girmiştir.

      Musul Atabeyi Nurettin Zengi 1144te Urfayı alarak Haçlı Kontluğu idaresine son vermiş,  onun bu haraketi II. Haçlı seferlerine başlamasına neden olmuştur.

      Eyyübilerden Artuklulara geçen Urfa, Moğol tahribinden sonra Karayülük Osman Bey tarafından Akkoyunlu idaresine geçirilmiş, daha sonra Memlük hakimiyetine girmiş, 1516da Mercibadık Savaşı neticesinde Yavuz Sultan Selim tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır.

      1650 yıllarında Urfayı ziyaret eden ünlü seyyah Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde Urfadan şu şekilde bahsetmektedir.

      ...Nuh tufanından sonra kurulan eski şehirlerden biri de Urfadır. Semud kavminden Rohay adında bir hükümdarın yapısıdır. Hz. İbrahimi bu şehirde Nemrut ateşe attırmıştır. Hz. İsa, buraları Kayserinin idaresinde iken, gelip bir kiliseye inmiş. Onun için buraya Deyri Mesih derler. Havvariler burada İncili gayet hazin bir sesle okurlarmış. Onun için makama "Rehavi" demişlerdir.

       ...Nihayet Emevilerden Muaviye Şamda iken, asker gönderip burayı Rumlardan alarak İslam ülkelerine katmıştır. Sonra Abbasilerden Memun bir sebeple buraya gelip İbrahim Halil Türbesini tamir ettirmişlerdir. Birçok hükümdarın eline geçtikten sonra H.922 tarihinde Yavuz Sultan Selim Mısıra giderken burasını Hadım Sinan Paşa almıştır.

      ...Kalenin dört tarafı gayya kuyusu gibi uçurum kayalardır. Kale kapısının iç yüzünde bir cami vardır. Urfa camileri hepsi 22 mihraptır. İbrahim Halil Camii, Hasan Padişah Camii, Pazar Camii, Dabbakhane Camii, Ahaveyn Camii ve Çakeri Camii içerisinden İbrahim Halil suyu geçerek havuz ve şadırvanları canlandırır. 67 kadar mahalle mescidi vardır.

      ...Sekiz hamamı vardır. Çarşı ve pazarı toplam 400 dükkandır. İki bedesteni vardır. Saraçhanesi İbrahim Halil nehri kenarındadır...

       XVI. yüzyıl sonlarında Karayazıcı Abdülhalim isyanı nedeniyle çok kanlı olaylara sahne olan Urfada karışıklık kısa zamanda bastırılmıştır. 1837 yıllarında Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa kenti kısa bir süre elinde tutmuştur.

     Osmanlı İmparatorluğunun I.Dünya Savaşından yenik çıkması üzerine Urfa 24 Mart 1919 tarihinde İngilizler tarafından işgal edilmiş, 30 Ekim 1919 tarihinde yine İngilizler tarafından Fransızlara devredilmiştir. 11 Nisan 1920de Fransızları kesin yenilgiye uğratan Urfalılar bu zaferlerinin anısı olarak TBMMnin kararıyla 1984 yılında ŞANLI ünvanına kavuşmuşlardır.

 

HZ.İBRAHİM HALİLULLAH (A.S)

1. Hz. Ibrahim hakkinda genel bilgiler
Hz. Îbrahim Kur'an-i Kerim'de bildirilen peygamberlerdendir : « Kitap'ta Ibrahim'i an. Zira o, sidki bütün bir peygamberdi » . Ülül'azm denilen peygamberlerin ücüncüsü olup Mezopotamya'daki Keldâni kavmine gönderilmistir. Peygamberimiz Muhammed Mustafa (S.A.V.)'dan sonra Allah katinda insanlarin en üstünüdür, cünkü ileride görecegimiz gibi Allahü Teâlânin varligini kendi akil ve mantigiyla bulmustur. Allah ona Halil'im (dostum) diye buyurdu. Onun icin «Hâlilürrahman» olarak zikredilir. Kendisine on suhuf (forma) verildi. Ogullari, Ismail ve Ishak aleyhisselam'dan ziyade soyundan daha bircok peygamber geldigi icin «Ebü'l enbiya» (peygamberler babasi) da denilmistir. Beni Israil oglu olan Hz. Ishak, Arap kavmi ise diger oglu Hz.Ismail'den türemistir. Babasinin Âzer'in mi, Târuh'un mu olup olmasi hakkinda ihtilaf vardir (genis bilgi ileride, 2.2 noktada verilecektir) . Bir rivayete göre annesinin ismi Emile'dir . Hz.Ibrahim peygamberimizin dedelerindendir .

2. Hz. Ibrahimin hayati

2.1. Hz. Ibrahim'in yasadigi zaman ve mekan
Ibrahim aleyhisselamin nesebi Nuh aleyhisselamin oglu Sam'a dayanir. Hz. Nuh'un vefati ile Hz. Ibrahim arasinda iki peygamber (Hz.Hud & Hz. Sâlih) vardir. Bu fâsila (rivayete göre, M.K.) 1143 senedir. Hz. Hud ile Hz. Ibrahim arasinda da 630 yillik bir fâsila oldugu bildirilmistir. Dogum yeri Bâbil kentidir .

2.2. Ibrahim aleyhisselamin babasi
Allahü Teâlâ Kur'an-i Kerim'de : «Ibrahim, babasi Âzer'e...» buyurmaktadir. Bu âyetten anlasilacagi gibi Hz. Ibrahim'in babasi Âzer isminde idi. Ama, bazilarina göre Ibrahim aleyhisselamin babasi -Kur'anda bildirilen- putperest Âzer degil, mü'min olan Târuh idi. Bu görüsü destekleyenler arasinda meshurlari Abdülhakim Arvâsi, Kadi Beydâvi ve Senâullah Dehlevi vardir, ama Sii'ler de bunu söylemektedirler . Bir rivâyete göre Âzer Hz. Ibrahim'in - amcasi olup - Târuh'un ölmesiyle Emile ile evlenip, Hz. Ibrahim'in üvey babasi oldu. Tefsir yönünden bunu böyle aciklamaktadirlar : En'am suresinin manasi : «Ibrahim, Âzer olan babasina dedigi zaman» anlamindadir. Böyle olmasaydi Kur'an-i Kerim'de «Babasi Âzer'e dedigi zaman» demeyip, "Âzer'e dedigi zaman" veya "Babasina dedigi zaman" demek yetisirdi . Âzer, kendi babasi olsaydi "Babasi" kelimesi fazla olurdu demektedirler. Bir kanit olarak Sua'ra suresinin 219. ayetini göstermektedirler. Bu surede Allah « Secde edenler arasinda dolasmani da görüyor » denilmektedir. Buna göre Peygamberimizin sülâlesinde hicbir putperest yokturdur. Bu görüse rededenler ise, ki bunlar arasindaTaberi, Ebu Hayyan ve Elmalili Muhammed Hamdi Yazir vardir, acik olan âyete (En'am, 74) bir mâna verilmek istenmistir demektedirler. Mealine göre manalar degistigi icin anlamlar da degisir teorisini ileri sürmektedirler. Konuya objektif bir yönle bakmak gerekirse, Âzer'in Ibrahim aleyhisselamin babasi olmamasi biraz daha mantiklidir. Sunu da belirtmek lâzim ki, bir ücüncü fikir vardir. O da, Ibrahim aleyhisselamin babasinin asil isminin Tarih veya Taruh olup sonradan - bir putun ismi olan - Âzer ismine degistirmesi. Bu da Nemrud'un onu puthanesi'nin nâziri olarak tayin etmesinden sonra gerceklesmistir . Ama kaynaklar bu düsünce hakkinda bilgi vermiyorlar, onun icin fazla dikkat etmemek gerekir. Biz burda ilmi gercekleri tartismiyacagimiz icin bunu burda noktalamak gerekir. Bu ihtilaf'in cözümünü ancak Rahman, Rahim, Evvel, Âhir, Kebir, Aziz, Saafii, Mâlik, Gafur, Nur, Adl, Hak, Hakem, Rauf, Sehid, Veli, Kerim, Bari, Cebbar olan ALLAH bilir. Âzer ayrica put yapardi ve Nemrud'un yakininda bulunurdu. Onun bir dedigini, iki etmezdi.

2.2. Hz. Ibrahim'in dogumundan peygamberligine kadar olan hayati

2.2.1. Hz. Ibrahim'in dogumuna kadar vukuu bulan olaylar
Nemrud (2.3.2.2. no'lu noktaya bakiniz) ve ona tâbi olanlar azginlik ve Allah'a isyan icinde yasamakta idiler. Bir gün Nemrud bir rüya gördü. Bir rivayete göre, rüyasinda gökyüzünde bir nurun parladigini, günesin, ayin ve yildizlarin bu nurun isiginda kayboldugunu gördü. Diger bir rivayete göre ise, rüyasinsda bir kimsenin gelip tahtindan kaldirip kendini yere vurdugunu gördü. Müneccimlere gördügü rüyayi anlatip tâbir ettirdi. Bunlar "Yeni bir peygamber ve din gelecek, senin saltanatini temelinden yikacak ! Ona göre tedbir almalisin" diye tâbir ettiler. Nemrud bu isin tedbiri kolaydir deyip, " Bundan sonra kimse cocuk sâhibi olmayacak. Hanimlardan uzak durulacak. Dogan cocuklar, erkekse öldürülecek, kizsa birakilacak" emrini verdi. Bu suretle 100.000 mâsum bebegi öldürüldügü nakledilmistir .

2.2.2. Dogumundan sonra
Bu sirada Hz. Ibrahim'in annesi hâmile idi. Âzer'in durumunu bildigi icin, onu doguma yaklasinca kendisinden uzaklastirdi ve gizlice bir magaraya gitti ve orda Hz. Ibrahim'i dünyaya getirdi. Dogduktan sonra annesi onu emzirdi ve magarayi kapatip geri sehre döndü. Âzer'e ," Cocuk cok zayif dogdu ve hemen öldü" dedi. Bundan sonra magaraya - gizlice -gelip Ibrahim aleyhisselami emzirip geri eve dönerdi. Rivâyetlere göre, Hz. Ibrahim magarada 7, 13, 16 veya 17 yasina kadar kaldi .

2.3. Hz.Ibrahim'in tebligi

2.3.1. Hz. Ibrahim'in Allah'i aramasi

2.3.1.1. Hz. Ibrahim'in Allah'i aramasindan önceki durumu
Hz. Ibrahim'in imâni durumunu hakkinda Kur'an-i Kerim bilgi vermektedir :«Andolsun biz Ibrahim'e daha önce rüsdünü vermistik. Biz onu iyi tanirdik » . Burdaki rüsdünü vermek peygamberlik, yahut Ibrahim aleyhisselamin risâletten önce sahip oldugu hidayet ve dogruluk manasina geldigi tefsirlerde bildirilmistir. Bu da gösteriyor ki, peygamberlik Hz. Ibrahim'e genc yasta verilmis idi.

2.3.1.2. Ibrahim aleyhisselamin tefekkür ile tevhid'i bulmasi
Ibrahim aleyhisselam hakkinda Allahü Teâlâ « Halil'im » demistir. Bu da onun Allahi arayip bulmasindandir. Bunun icin Kur'an-i Kerim'de sunlar buyrulmustur : «Böylece biz, kesin iman edenler olmasi icin Ibrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk. Gecenin karanligi onu kaplayinca bir yildiz gördü, Rabbim budur, dedi. Yildiz batinca, batanlari sevmem, dedi. Ay'i dogarken görünce, Rabbim budur, dedi. O da batinca, Rabbim bana dogru yolu göstermezse elbette yoldan sapan topluluklardan olurum,dedi. Günesi dogarken görünce de, Rabbim budur, zira daha büyük, dedi. O da batinca, dedi ki : Ey kavmim ! Ben sizin (Allah'a) ortak kostugunuz seylerden uzagim » . Bu olay resmi olarak bakilirsa Hz. Ibrahim'in peygamberlik baslangicidir. Bundan sonra Hz.Ibrahim Bâbil kavmine Allah'in emirlerini teblig etmeye basladi ve bircok delil gösterdi.

2.3.1.3. Ibrahim aleyhisselamin putlari kirmasi
Babil halki Allah'in yolundan saptigi icin her sene putlar icin âyin düzenlerdi. Bu âyin'de bir yere toplanir bayram yapar ve sonra puthaneye gider, putlara secde eder, sonra da evlerine dönerlerdi. Böyle bir bayram günü, Ibrahim aleyhisselam puthaneye girip, bir balta ile bütün kücük putlari kirdi. Baltayi da, en büyük putun boynuna asdi ve oradan uzaklasti. Keldâniler puthâneye girince bütün putlarin kirildigini gördüler ve bunu yapani yakalayarak cezâlandirmak istediler. Hz. Ibrahimi getirip, bu isi sen mi yaptin dediler. Ibrahim aleyhisselam « Kendisi dururken kücük putlara tapinilmasi istemedigi icin, boynunda asili olan büyük put yapmistir. Inanmazsaniz kendisine sorunuz » buyurdu. Onlar 'Putlar konusamaz ki, sen onlara sor diyorsun' dediler. Bunun üzerine Ibrahim aleyhisselam « O halde konusamayan ve kendilerini kirilmaktan kurtaramayan putlara neden ibadet edersiniz ? Size ve tapdiginiz putlara yaziklar olsun » dedi , ama bu hic bir fayda vermedi, cünkü onlar : «Dediler ki. Biz, babalarimizi bunlara tapar kimseler bulduk ».

2.3.2. Ibrahim aleyhisselamin atese atilmasi
Ibrahim aleyhisselam putlari kirinca putperestler bu isin onun yaptigini anladilar ve ceza vermek üzere hapsettiler. Durumu Nemrd'a bildirdiler.

2.3.2.1 Hz. Ibrahim ve Nemrud
Rivayete göre Nemrud Hz. Ibrahim'in yaptigini duyunca onu yanina cagirdi. O zaman insanlar Nemrud'a secde ederlerdi. Ibrahim aleyhisselam secde etmeyince Nemrud " Nicin secde etmedin" diye sordu. Hz. Ibrahim de: « Ben beni yaratan Allahü Teâla'dan ziyade secde etmem » buyurdu. Nemrud " Seni yaratan kim ? " diye sorunca, Ibrahim aleyhisselam: « Benim Rabbim, dirilten ve öldüren Allah'dir » diye cevap verdi. Nemrud, " ben de diriltirim" diyerek zindandan iki kisi getirtti. Birini serbest birakip, birini öldürdü. Güya böylece diriltmis ve öldürmüs oldu. Hz. Ibrahim bunun karsisinda : « Benim Rabbim günesi dogudan getirir, dogurtur. Eger gücün yetiyorsa sen de bati'dan dogdur » buyurunca Nemrud sasirip, âciz kaldi. Bu husus Bakara suresinin 258. âyetinde bildirilmistir . Bu münazaranin vukuu buldugu zaman hakkinda iki rivayet vardir. Birincisi, Ibrahim aleyhisselam putlari kirinca onu yakalayip hapsettiler. Sonra atese atmak icin hapisten cikarip , Nemrud'un yanina götürdüklerinde gerceklesmistir. Diger rivayete göre insanlar arasinda büyük bir kitlik cikmisti. Bundan dolayi insanlar yiyecek almak icin Nemrud'a giderlerdi. Nemrud her gelene, "Senin Rabbin kim ? " diye sorar ve "Benim Rabbim sensin" diyenlere gida maddeleri verirdi. Hz. Ibrahim yiyecek almaya gelip Nemrud ona bu soruyu sorunca Ibrahim aleyhisselam : « Benim Rabbim dirilten, hayat veren ve öldürendir » dedi ve böylece bu münazara vukuu buldu . Bu olay'dan sonra Keldâniler Halilallah'i ceza verek istediler ve onu ilk önce hapise attilar. Sonra Nemrud onu atese atmaya karar verdi. Rivayete göre bu fikri Nemrud'un aklina Hênun adinda biri getirdi ve Allah onu sonra yerin dibine batirdi.

2.3.2.2. Nemrud hakkinda bilgiler
Burada Nemrud hakkinda bazi bilgilere deginmek istiyorum. Cünkü bir müslüman icin önemli olan düsmanlarini iyi bilmesi. Nemrud da vahsi bir düsmandir. Nemrud gaddar ve zâlim bir hükümdardi. Bir rivayete göre Nemrud onun hakiki ismi degil, - firavun - gibi bir ünvandi. Nemrud cocukken burnuna bir yilan yavrusu kacmis, bu yüzden son derece cirkinlesmisti. Babasi bile tahammül edememis ve öldürmege karar vermis. Fakat annesinin yalvarmasi üzerine, onu bir cobana teslim etmis , coban da, onun cirkin yüzüne bakmaga dayanamadigindan, onu dag basinda birakmis, dagda Nemrud isminde bir disi kaplan, cocugu emzirerek, onun yasamasina sebeb olmustur. Ismi (Nemrud) bu kaplandan gelmektedir. Babasi öldükten sonra hükümdarliga gecen Nemrud, kendisini ilah zannediyor ve bütün halkin kendisine tapmasini istiyordu .

2.3.2.3. Ates'in Halilallah'i yakmamasi
Ibrahim aleyhisselam'in atese atilmasi kararlastirildiktan sonra odun toplaniyor ve kocaman bir ates yakiliyor. Problem Halilallah'i atese atmakta. Rivayete göre Iblis insan sekline girip Nemrud'a mancinik kullanmasini tavsiye ediyor . Kur'an'da : « Onun (Ibrahim) icin bir bina yapin ve derhal onu atese atin ! dediler » buyurulmustur. Bir bina (mancinik) yapilip oradan Ibrahim aleyhisselam atese atilinca, ates bir gül bahcesi oluyor. Diger bir rivayete göre ici balik dolu bir havuz oluyor ates. Ve böylece ates Halilürrahman'i yakmiyor. Bu kurtarma olayi Kur'an-i Kerim'in Enbiya suresinde bildirilmistir : « Ey ates ! Ibrahim icin serinlik ve esenlik ol» dedik. Böylece ona bir tuzak kurmak istediler, fakat biz onlari, daha cok hüsrana ugrayanlar durumuna soktuk » . Bugün S.Urfa'da « Ayn-i Zelika » veya « Halilürrahman » isminde 50x30 m boylarinda bir havuz vardir. Buranin Hz. Ibrahim'in atese atildigi yer oldugu, baliklarin odunlardan meydana geldigi iddia olunmakta ve kimse bu baliklara dokunmamaktadir . Tevrat'ta bu ates olayi hakkinda -Ibrahim peygamberin yahudilerin soyunun babalari kabul edildigi halde - bir bilgi yokturdur.

2.4. Ibrahim peygamberin Bâbil'i terketmesi
Kur'an-i Kerim'de buyuruluyor ki : « (Oradan kurtulan Ibrahim Ben Rabbime gidiyorum. O bana dogru yolu gösterecek » . Böylece Hz. Ibrahim küfür diyarindan hicret ederek Sam'a gidiyor . Hicret ederken de, « Ey Rabbimiz, ancak sana tevekkül ettik ve (taatle) sana yöneldik ve ahirette de dönüsümüz ancak sanadir » diye dua ettikleri Mümtehine suresinin 4. ayetinde bildirilmistir . Baska bir rivayete göre Harran'a (Filistin) gittigi rivayet edilir .

2.5. Ibrahim aleyhisselam Misir'da
Ibrahim aleyhisselam ordan sonra zevcesi Hz. Sâre ile birlikte Misir'a gitti. Rivayete göre o siralarda 38 yasinda idi. O zamanin Firavunu cok zâlim ve cebbâr, Sinan bin Ulvân isimli, Dahhâk'in kardesi olan pek kibirli birisiydi. Firavun güzel kadinlardan cok hoslanirdi ve güzel bir kadin gördü mü hemen onu ne pahasina olursa olsun Haremine alirdi. Kadinin kocasi varsa onu öldürürdü. Hz. Sâre cok güzel bir kadin oldugu icin, Firavun veya Melik Ibrahim aleyhisselama zevcesinin kim oldugu hakkinda sorunca Ibrahim aleyhisselam Firavun'un Hz. Sâre'ye musallat olmasini engellemek icin din bakimindan kardesi olduguna niyet ederek : « Kiz kardesimdir » dedi. Pek zâlim olan bu hükümdar, Sâre hatunu almak isteyip sarayina cagirtti. Fakat musallat olmak isteyince nefesi kesilip, elleri, ayaklari tutmaz oldu. Yere yikilarak debelenmeye basladi. Allahü Teâlâ Hz. Sâre'yi Firavun'un serrinden koruyup musallat olmasini engelledi. Hükümdar bu durum karsisinda korkusundan Hz. Ibrahim'in zevcesini ona geri yolladi . Hz. Sâre'ye yaklasinca onu cin zannettiginden, yanina bir de Hâcer isimli bir câriye verdi. Böylece bundan kurtulacagini zannetti . Bu olay Ebu Hureyre'nin bildirdigi Hadis ile bildirilmistir (bkz. Buhari, Müslim). Tevratta da bu olayin böyle - kücük modifikasyonlarla - gerceklestigi yazmaktadir . Bundan sonra Halilürrahman Misir'i terkedip geri Filistine dönüp Sebu' isimli yere yerlesiyor .

2.6. Hz.Ismail
Ibrahim aleyhisselam'in Hz. Sâre'den cocuklari olmuyordu. Yaslari da gittikce ilerliyordu. Ibrahim aleyhisselam Bâbil'den ayrilirken: «Rabbim ! Bana sâlihlerden olacak bir evlat ver, dedi » diye niyazda bulundu. Hz. Sâre'de bunu cok istiyordu, ama cocugu olmuyordu. Firavun'un kendisine verdigi câriyesi Hz. Hâcer'i azad edip Ibrahim aleyhisselama evlenmesi icin verdi ve Hz.Ibahim Hz. Hâcer ile evlendi. Bu evlilikten Hz. Ismail dogdu. Muhammed aleyhisselamin (s.a.v.) nuru Hz. Ismail'in alninda intikal etti. Ibrahim aleyhisselam onu cok sever ve yanindan ayirmazdi. Hz. Sâre nurun kendisine intikal edecegini umuyordu. Bu sebeple Hz. Hâcer'e karsi kalbi gayret hâsil oldu. Ve birgün Ibrahim aleyhisselam'dan Hz. Hâcer ile Hz. Ismail'i baska bir yere götürüp birakmasini istedi. Allah'in emriyle Halilallah bu istegi yerine getirdi ve Hacer hatun ile Ismail aleyhisselami (s.a.v.) alip Mekke'ye götürdü ve onlari orada birakti . Ilerisini Hz. Ismail'in hayatinda anlatacagim.

2.7. Misafir melekler

2.7.1. Meleklerin müjdesi
Ibrahim peygamber yasi gittikce ilerliyordu. Bu sirada melekler gelip Ibrahim aleyhisselama bir oglunun dogacagini müjdelediler : « Hem o kullara, Ibrahim'in misafirlerinden haber ver. Hani melekler, Ibrahim'in yanina girdikleri zaman, "selam" demisler, Ibrahim de onlara: "Biz sizden korkuyoruz" demisti. Melekler: "Korkma ! Gercekten biz sana bilgin bir ogul müjdeliyoruz" dediler » . Rivayete o sirada Hz. Ibrahim 120 ve Hz. Sâre de 99 yasinda idi. Müjdeyi vermek üzere gelen melekler gayet güler yüzlü birer´genc suretinde Ibrahim aleyhisselamin karsisina ciktilar. Bunlarin Cebrail (a.s.), Mikail (a.s.) ve Israfil (a.s.) oldugu Ibn-i Abbas'dan rivayet edilmistir. Cebrail aleyhisselam ile birlikte 7 veya 9, veya 10 bir yahut da 12 melegin bulundugu rivayet edilmistir. Melekler bu müjdeyi verdikten sonra Lut kavmini helak etmeye gittiler (genis malumat icin bkz. «Hz.Lut»). Melekler, "Selamunaleyke" deyince Ibrahim aleyhisselam "Aleyküm selam" diyerek mukabelede bulundu. Onlari evinde en iyi yere oturttuktan sonra ikram etmek üzere hemen bir buzagi getirdi. Misafirlerine ikram etti ise de onlar yemedi. Bundan dolayi Hz. Ibrahim'in kalbine biraz süphe düstü. O zamanin âdetine göre bir eve misafir gelip, ikram edilenden bir sey yerse ondan emin olunurdu; misafir bir sey yemezse onun zarar vermek icin geldigi hükmedilirdi. Ibrahim aleyhisselam tekrar melekleri davet edince, onlar "Biz yemegin ücretini vermeden yemeyiz" dediler. Hz. Ibrahim "Bedelini verin de yiyin. Bu yemegin bir ücreti var diye karsilik verdi. Melekler bu ücreti sorunca, Hz.Ibrahim: « Bismillah ,demek. Sonunda da Elhamdülillah, demektir » dedi. Bunun üzerine Hz. Cebrail, Mikail aleyhisselam bakarak : « Bu zât, Allahü Teâlânin dost edinmesine lâyik bir kimsedir » buyurdu. Bu sirada Hz. Sâre perde arkasinda duruyordu. Meleklerin müjdesi üzerine: «(Ibrahim'in karisi:) Olacak sey degil ! Ben bir kocakari, bu kocam da bir ihtiyar iken cocuk mu doguracagim ? Bu gercekten sasilacak sey ! dedi » dedi. Âyet-i kerimede onun icin « Dâhiket » buyrulmustur. Bu kelime hem gülmek, hem de hayz oldu manasina gelmektedir. Cumhur'a göre gülme manasinda kullanilirsa da Ikrime ve Mücahit'e göre hayz oldu anlamindadir bu kelime. Ayrica gülmesi hakkinda da degisik rivayetler vardir. Meleklerin korkma demesi üzerine Ibrahim aleyhisselamin korkusunun gitmesi icin gülmüstür. Bir baska rivayete göre Ishak aleyhisselamin müjde verilmesi hakkinda ellerini yüzüne kapayip gülmüstür. Cünkü kendisi cok yaslanmisti ve bir cocuk dogurmanin ihtimali sifirdi o yasta. Hz. Ibrahim de yukarida belirttigimiz gibi 120 yasina gelmisti. Diger bir rivayete göre, ellerini yüzüne kapamasi, yasliliginda hayz görmesinden ve bunun farkina varmayip hâyasi sebebiyle utanmasindan ileri geldigi bildirilmistir. Hz. Sâre'nin bu sözlerine karsilik melekler " Sen Allahü Teâlânin emrine mi, takdirine mi sasiyorsun" dediler ve Ibrahim aleyhisselamin cikip Lut kavmi'nin ikamet ettigi yere gittiler . Yahudiler Ibrahim aleyhisselamin misafirleri hakkinda baska bir beyânat vermektedirler. Onlara göre Hz. Ibrahim'e melekler degil, bizzat - tövbe hâsaa - Allah gelmistir. Yanina da bazi melekler almis, güya . Ve onlara göre misafirler Hz. Ibrahim ile beraber yemek yemisler.

2.7.2. Ishak aleyhisselamin dogumu
Meleklerin haberinden 1 sene sonra Hz. Ishak dogdu . Ileride Hz. Ishak hakkinda mâlumat verecegim.

2.8. Hz. Ibrahim'in Mekke'ye yolculugu

2.8.1. Ibrahim aleyhisselam Mekke'de
Ismail aleyhisselam büyüyüp genclik cagina girmisti. Cürhümilerden Arapca ögrenmis ve onlar arasinda yüksek makama erismisti. O Cürhümilerden bir kiz ile evlendi. Bu sirada ise Hâcer aleyhisselam vefat etmisti. O sirada Hâcer hatun 99 yasinda idi ve Kâbe'nin bitisiginde bir yer olan ve Hicr denilen yere defn edildi . Ibrahim aleyhisselam bir gün oglunu ziyaret etmek üzere Sam'dan Mekke'ye dogru yola cikti. Hz. Ismail'in evine varinca oglu yiyecek temin etmek icin evde yoktu. Ibrahim aleyhisselam Hz. Ismail'in hanimindan mali durumlarini sorunca, hanimi hallerinden sikâyetci oldu. Giderken de ogluna söylemesi icin tenbihte bulundu: " Kocan geldiginde benden selam söyle, kapisinin esigini degistirsin" ve oradan ayrildi ve evine geri döndü. Ismail alehisselam eve gelip bunu duyunca, olayi anladi ve hanimindan ayrildi. Baska bir kadinla evlendi. Ibrahim aleyhisselam bir müddet sonra Mekke'ye yine gidince oglu yine evde bulunmuyordu. Bu sefer Hz. Ismail'in hanimina ayni soruyu sordu. O da cevaben: " Biz hayir ve saadet icindeyiz " dedi. Ne yiyip ictiklerini sorunca da, "Et yiyip, zemzem iciyoruz" dedi. Bunun üzerine Halilallah: " Yâ Rabbi ! Bunlarin etlerini ve sularini mübarek kil, bereket ihsân eyle " diye dua etti ve oradan geri Sam'a döndü. Ibn-i Abbas'in rivayet ettigi bir hadiste Pegamberimiz (s.a.v.) buyurdu ki:«Ibrahim (a.s.) zamaninda Mekke civarinda hububat bilinmiyordu. Av etiyle gidalanilirdi. Eger o zaman hububat mâlum olsaydi, Ibrahim (a.s.) hububat hakkinda dua ederdi » . Ibn-i Abbas bu Hadis hakkinda buyurdu ki: " Ibrahim aleyhisselamin bu duasinin bereketiyle Mekke sicak olmasina ragmen, et ile su, burada diger yerlere nazaran insanlara daha faydalidir " .

2.8.2. Kâbe'nin insasi
Günlerden bir günde Allahü Teâlâ haliline Kâbe-i Muazzamayi yapmasini emreyledi. Kâbe'nin insasi hakkinda iki rivayet vardir : Melekler Allah-i Zisanin emriyle binâ ettiler; Adem aleyhisselam melekler ile birlikte insa etti. Bunun üzerine Ibrahim aleyhisselam yeniden Mekke'ye dogru yola cikti. Mekke'de oglu Ismail aleyhisselami zemzem kuyusu basinda buldu. Allah'in emrini ona da söyledi ve Ismail aleyhisselam ona yardim edecegini ekledi. Kâbe'nin nereye yapacagini bilmedigi icin, bir rivayete göre Cebrail aleyhisselam Kâbe'nin su andaki yerini gösterdi. Ilkönce temeli kazmaya basladilar ve Adem aleyhisselam zamanindaki temeli buldular. Ayni temel üzerine Kâbe'yi insa ettiler. Hz. Ibrahim oglunun getirdigi taslarla, Cebrail aleyhisselamin târifine uyarak Kâbe'yi yapiyordu. Nihayet Kâbe'nin duvarlari yükseldi ve yukariya tas yetisemez oldu. Bundan dolayi büyük bir tas getirdiler ve Ibrahim aleyhisselam bu tasa basarak duvar örmeye basladi. Mübarek ayaginin izi cikan bu tasa da Makâm-i Ibrahim denilir. Kâbe de tavaf namazi bu tasin bulundugu yer olan Makâm-i Ibrahim'de kilinir . Kâbe tamamlaninca Ibrahim aleyhisselam ogluna: " Ey Ismail ! Iyi bir tas getir ki, hacilara isaret olsun" buyurdu. Ismail aleyhisselam bir tas getirdi ise de Hz. Ibrahim daha iyi bir tas istedi. Bunun üzerine, Ebu Kubeys dagindan: " Cebrail aleyhisselam tûfanda bana bir tas emanet etti. Gel onu al ! " diye bir ses isitti. Hemen Ebu Kubeys dagindan Hacer-ül-esved tasi alinip, Kâbe'deki yerine kondu . Kâbe insa edildikten sonra Ibrahim aleyhisselam, Allah'in: « Insanlar arasinda hacci ilân et ki, gerek yaya olarak, gerekse nice uzak yoldan gelen yorgun argin develer üzerinde (...) tavaf icin Kâbe'ye gelsinler » emriyle, yüzünü Yemen tarafina cevirip: " Ey insanlar ! Allahü Teâlâ bir ev bina ettirdi ve bu evi ziyaret etminizi emreyledi. Geliniz, Kâbe'yi ziyaret ediniz " diye seslendi. Allahü Teâlâ da sesini bütün dünyaya duyurdu. Insanlar bu sesi duyunca: « Lebbeyk Allahümme Lebbeyk " diye cevap verdiler. O zaman, ana rahminde ve baba sulbünde olan ne kadar hacca gidecek varsa « Lebbeyk » dediler. Bir defa gidecek olan bir kere, iki defa gidecek olan iki kere ve daha fazla gidecek miktarina göre cevap verdiler . Kâbe'nin insasindan sonra Ibrahim aleyhisselam Sam'a dönüyor ve bütün aile efradini alip Hac ediyor.

2.8.3. Kâbe hakkinda bilgiler
Kâbe-i Muazzama, Mescid-i Haram'in ortasinda, dört köse tastan bir oda olup, 17 m yüksekliktedir. Kuzey duvari 8,8 m, güney duvari 7 m, dogu duvari 11,9 m, bati duvari da 12,8 m genisliktedir. Dogu ve güney duvarlari arasindaki kösede Hâcer-ül-esved tasi bulunmaktadir. Kâbe'nin dogu duvarinda bir kapi vardir. Kapi yerden 1,7 m yükseklikte, eni 1,7 m ve boyu 2,7 m'dir. Kâbe'nin dört kösesine Rükn denir. Sam'a dogru olana Rükn-i Sâmi, Bagdat'a olana Rükn-i Irâki, Yemen tarafina olana Rükn-i Yemâni ve dördüncü köseye de Rükn-i Hacer-ül-esved denir .

2.9. Hz. Ibrahim aleyhisselamin duasi

2.9.1. Ibrahim aleyhisselamin iki dualari

2.9.1.1. Halilallah'in Kur'andaki duasi
Kâbe'yi tamamladiktan sonra Ibrahim aleyhisselamin dua ettigi Kur'an-i Kerim'de zikredilmektedir :«Hatirla ki Ibrahim söyle demisti: Rabbim ! Bu sehri (Mekke'yi) emniyetli kil, beni ve ogullarini putlara tapmaktan uzak tut. Cünkü onlar (putlar) insanlarin bircogunun sapmasina sebep oldular, Rabbim. Simdi kim bana uyarsa o bendendir. Kim de bana karsi gelirse, artik sen gercekten cok bagislayan, pek esirgeyensin . Ey Rabbimiz! Ey sâhibimiz! Namazi dosdogru kilmalari icin ben, neslimden bir kismini senin Beyt-i Harem'inin (Kâbe'nin) yaninda, ziraat yapilmayan bir vâdiye yerlestirdim. Artik sen de insanlardan bir kisminin gönüllerini olara meyledici kil ve meyvelerden bunlara rizik ver! Umulur ki bu nimetlere sükrederler. Ey Rabbimiz! Süphesiz ki sen bizim gizleyecegimizi de aciklayacagimizi da bilirsin. Cünkü ne yerde ne de gökte hicbir sey Allah'a gizli kalmaz. Ihtiyar halimde bana Ismail'i ve Ishak'i lutfeden Allah'a hamdolsun! Süphesiz Rabbim duayi isitendir. Ey Rabbim! Beni soyumdan gelecekleri namazi devamli kilanlardan eyle; ey Rabbimiz! duami kabul et! Ey Rabbimiz! (Amellerin) hesap olunacagi gün beni, ana-babami ve müminleri bagisla ! » .

2.9.1.2. Hz.Ibrahim'in ikinci duasi
Ibrahim aleyhisselamin diger duasi hakkinda da Imam-i Gâzâli mâlumat veriyor: " Ibrahim aleyhisselam sabahladigi vakit söyle buyuruyordu: « Ey Allah'im. Bu gün yepeyeni bir yaratilistir. Binâenaleyh bugünü tâatinle benim icin ac, magfiret ve rizanla kapat! Bugün de bana nezdinde kabul olunacak haseneyi ihsan eyle. O haseneyi gelistir ve benim icin onu kat kat artir. Ve bugünde islemis oldugum günahlari benim icin affeyle. Cünkü bolca affeden ve her nimeti kullarina ihsanda bulunan, kullarini siddetle seven, daha istemeden evvel onlarin isteklerini bilip takdir eden sensi » . Râvi diyor ki: Bir kimse Hz. Ibrahim'in duâsiyla sabahladigi takdirde o günün sükrünü edâ etmis sayilir .

2.9.2. Ibrahim aleyhiselamin babasi icin duasi
Kur'an-i Kerim'den bize nakledildigine göre Ibrahim peygamber babasi icin Allah tarafindan istigfâr dilemistir. Mucizât-i Kur'an-iyenin Tevbe suresinin -113. âyetin mukabili olarak - 114. âyetinde: «Ibrahim'in babasi icin af dilemesi, sadece ona verdigi sözden dolayi idi. Ne var ki, onun Allah'in düsmani oldugu kendisine belli olunca, ondan uzaklasti. Süphesiz ki Ibrahim cok yumusak huylu ve pek sabirli idi» . Ibrahim aleyhisselam babasina kendisinin affi icin Allah'a dua edecegine dair söz vermis ve onun Allah tarafindan affini dilemisti. Fakat babasinin Allah düsmani oldugunu anlayinca dua etmeyi birakti . Peygamberimiz (S.A.V.) de amcasi Ebu Tâlip icin Allah'tan magfiret dilemek istemis, bunun üzerine Tevbe sure-i serif'in 113. âyeti inmisti.

3. Halilallah'in vefati
Hz. Sâre yasinda ölmüstü. Allah'in dostu da Kudüs'de ikâmet etmekteydi. Bir gün evden gelince evinde birisinin oldugunu gördü. Bu misafir Azrail aleyhisselam idi. Ibrahim aleyhisselam :'Seni iceriye kim birakti' dedi. O da:'Buranin sahibi' diye cevap verince, Halilallah:'Buranin sâhibi benim ve ben seni iceriye birakmadim' dedi. Azrail aleyhisselamin: 'Beni buraya buranin ve her seyin sahibi birakti' demesi üzerine Ibrahim aleyhisselam bu misafirin bir melek oldugunu anladi. Kimsin diye sordu ve Azrâil aleyhisselamin oldugunu ögrendi. Ibrahim aleyhisselam ona: "Ziyârete mi geldin ? Ruhumu almaya mi ?" buyurdu."Eger izin verirsen ruhunu almaya!" diye cevap verdi. Hz. Ibrahim de : "Dost dostun canini alir mi ?" deyince, "Yâ Ibrahim bunu Allah'a sorayim" buyurdu. Azrâil aleyhisselam hemen gidip geldi ve Allahü Teâlâ: " Dost dosta kavusmak istemez mi ?" buyurdu dedi. Halilallah bunu isitince: "Cabuk gel kardesim, hemen canimi cânâna kavustur, benim icin bundan daha büyük bir müjde olamaz" buyurdu ve ruhunu teslim etti . Ibrahim aleyhisselam Kudüs civarinda Habrun kasabasinda bir magaraya defn edildi. Bu kasaba Halilürrahman olarak bilinmektedir . En meshur camisi de « Halilürrahaman » camisidir. Su anda Israilogullarinin elinde bulunup Hebron olarak bilinmektedir .

HZ.İBRAHİM HALİLULLAH'IN DOĞDUĞU MAĞARA VE ATEŞE ATILDIĞI MEVKİ ŞANLIURFA'DA ZİYARETE AÇIK ŞEKİLDE BULUNMAKTADIR. 

________________ oOo ______________

Faydalandigim eserler:

Kur'an-i Kerim ve aqiklamali Türkqe meali, Kral Fahd Matbaasi, Medine-Münevvere, 1992

Heyet, Peygamberler tarihi ansiklopedisi cilt: 2, Hakikat kitabevi, Istanbul, tarihsiz

Heyet, Dini terimler sözlügü cilt: 1, Hakikat kitabevi, Istanbul, tarihsiz

Ibrahim Siddik Imamoglu, Büyük dini hikayeler, Osmanli yayinevi, Istanbul, 1980

Elmalili Muhammed Hamdi Yazir, Hak dini Kur'an dili, Cilt:3, Azim yayinevi, Istanbul, tarihsiz

Mevlâna Hâlid-i Bagdadi, Herkese lâzim olan Iman, Hakikat yayinevi, Istanbul, 1993, Hakikat Serisi: 3. Cilt

Imam Muhammed el-Gazâli, Ihyâu' ulûmi'd-din, (Tercüme: Mehmed A. Müftüoglu, Nesre hazirlayan: A. Fikri Yavuz), Cilt: 1, Tugra nesriyat, Istanbul, 1994

HZ.EYYUB SABRİ (as)


İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden.Hazret-i İshâk'ın oğlu hz.iIyas'ın neslindendir.Kendisine yedi kişi îmân etti.Yüzkırk sene yaşadı.Sabrı ile insanlık tarihinde darbımeselle anılan Eyyûb aleyhisselâm,Kur'ân-ı kerîmde zikredilmiştir.

Eyyûb aleyhisselâmın çok mal ve serveti ile oğlu vardı.Sürü sürü hayvanları,bağları ve bahçeleri bulunuyordu.Şam civarında Beseniyye mevkiindeki çiftliklerinde binlerce insan çalışırdı.Fakat servetinin çokluğu onu Allah yolundan alıkoymadı.Eyyûb aleyhisselâm Şam civarında yaşayan insanlara peygamber olarak gönderildi.Onları Allahü teâlâya îmân ve ibadet etmeye çağırdı.Bu uğurda pek çok zahmet çekti.Sonra malı,evladı ve bedeni ile imtihan edildi.Eyyûb aleyhisselâm çok büyük sıkıntılara göğüs gerdi.Sabrı,kullukta kusur etmeyip şikâyette bulunmayışı ve başka güzel vasıfları ile ibadet ehline ve akıl sahiplerine örnek oldu.

Allahü teâlâ hazret-i Eyyûb'u imtihan etmeyi murâd etti.Onun malarını çeşitli vesilelerle elinden aldı.Koyunları sel,ekinleri ise rüzgar ile telef oldu.Şeytan çoban suretinde ağlayarak Eyyûb aleyhisselâmın yanına geldi.O sırada insanlara vaaz nasihatte bulunan Eyyûb aleyhisselâma mallarının ve servetinin telef olduğunu söyledi.Hezret-i Eyyûb bu heber kerşısında hiç şikayette bulunmayarak Allahü teâlâya hamd ve şükürde bulundu ve "Üzülme! Omalı mülkü bana Rabbim vermişti.Şimdi de aldı.Çünkü sahibi O'dur." dedi.Bu sözleri ve hareketi karşısında şeytan perişan olup,geri gitti.

Sonra Allahü teâlâ Eyyûb aleyhisselâmın,hocaları ile ders okuyan çocuklarının da zelzeleyle ruhlarını aldı.Bu defa hoca şekline giren şeytan feryâd ve figân ederek Eyyûb aleyhisselâmın yanına geldi;"Ey Eyyûb!Allahü teâlâ evini zelzele ile yıktı.Çocukların öldü.Her biri parça parça oldular." dedi.Çocuklarına olan şefkatından dolayı gözlerinden yaşlar gelen Eyyûb aleyhisselâm sabır ve tevekkül ederek,Allahü teâlâya teslimiyetini bildirdi.Şeytana da:"Ey mel'ûn!Sen İblissin.Beni Rabbime isyana teşvik etmek istiyorsun.Şunu bil ki,evladım bir emanet idi.Rabbime niçin inciniyim.Rabbime hamd ederim." buyurdu.Bundan sonra Allahü teâlâ Eyyûb aleyhisselâmın vücuduna hastalık verdi.Hazret-i Eyyûb'un hastalığı gün geçtikçe şiddetlendi.Akrabaları,komşuları ve başkaları yanına uğramaz oldu.Yalnız hanımı Rahîme Hatûn onu terk etmedi.Ona hizmetine devam edip,ihtiyaç için neyi varsa sarf etti.Hazret-i Eyyûb bu halinde de şikâyet ve feryâdda bulunmayıp,hamd etti ve sabır gösterdi.Bu defa şeytan Eyyûb aleyhisselâmın bulunduğu şehir halkına vesvese vererek;" Onun hastalığı size geçer,onu şehrinizden çıkarın." dedi.Şehir halkı Eyyûb aleyhisselâmı ve hanımı Rahîme'yi şehirden dışarı çıkardılar.Rahîme Hâtun şehrin dışında bir yerde hazret-i Eyyûb'a hizmete devam etti.Hazret-i Eyyûb,yedi yıl dert ve bela içinde kaldı.Hâlinden hiç şikâyet etmedi.Şeytan,bu defa insan suretinde Rahîme Hâtunun karşısına çıkıp onu Eyyûb aleyhisselâmın hizmetinden alıkoymaya çalıştı.Ona;" Kendine yazık ediyorsun.Hastalığı sana geçer." dedi.Rahîme Hâtun ise,şeytana;" Onun üzerimdeki hakkı çoktur,ödeyemem.Nîmet ve rahat vaktinde onunla yaşadım.Bu hastalık hâlinde onu bırakamam." dedi.Dönüşte,onları hazret-i Eyyûb'a anlattı.Eyyûb aleyhisselâm da onun iblîs yani şeytan olduğunu ve onun vesvesesinden sakınmasını söyledi.Şeytan daha sonra da Rahîme Hâtunun karşısına çıkarak,vesvese vermeye çalıştıysa da aldırış etmedi.

Hazret-i Eyyûb'un hastalığı gittikçe şiddetlendi.Onun bu hâli beden,kalp ve lisanıyla yaptığı kulluk ve peygamberlik vazifelerini iyice zorlaştırdı.O zaman Allahü teâlâya duâ ve niyazda bulundu:" Bana gerçekten hastalık isabet etti.Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin." dedi.Allahü teâlâ onun duâ ve niyâzını kabûl etti.Birgün Eyyûb aleyhisselâmın hanımı Rahîme Hâtun yiyecek aramaya çıkmıştı.İkindi vakti Allahü teâlânın lütuf ve müjdesi ulaştı.Cebrâil aleyhisselâm gelerek Allahü teâlâdan;Ey Eyyûb!Belâ verdim sabrettin.Şimdi ben sihhat ve nîmet vereceğim." haberini getirdi.Allahü teâlâ;"(Ey Eyyûb!) Ayağını yere vur.Çıkan sudan gusleyle ve soğuğundan iç." (Sâd sûresi:42) buyurdu.Bu emr-i ilâhî üzerine Eyyûb aleyhisselâm ayağını yere vurdu.Biri sıcak,biri soğuk,iki pınar fışkırdı.Sıcak sudan gusl edince bedenindeki,soğuk sudan içince içindeki hastalıklardan kurtuldu ve sıhhate kavuştu.Kuvveti geri geldi.Taze bir genç oldu.Elinden alınmış olan mallarını Allahü teâlâ geri iâde etti.Çok sayıda evlâd ihsân etti veya bir rivâyette ölmüş olan oğullarını diriltti.Yüz çeviren dostları kendisine muhabbetle yöneldiler.

Eyyûb aleyhisselâmın hastalığı afiyet haline dönüşünce,o gece seher vaktinde bir âh eyledi.Sebebini sorduklarında;" Her gece seher vaktinde <Ey bizim hastamız nasılsın?> diye ses duyardım.Şimdi o vakit geldi; <Ey sihhatli kulumuz nasılsın?> sesini duyamadım.Onun için ağlıyorum." buyurdu.

Eyyûb aleyhisselâm ömrünün sonunda en olgun evladı olan Havmel'i vâsi tâyin etti.Tehiz ve tekfin işlerini ona ısmarladı.Yüzkırk sene ömür sürdükten sonra vefât etti.Bişr isimli bir oğlunun peygamberliğinde ihtilâf olunmuştur.Onun yaşıyla ilgili başka rivâyetler de vardır.Hazret-i Eyyûb'un kabri Şam'da Beseniyye denilen yerdedir.

Mucizeleri:Eyyûb aleyhisselâm Allahü teâlânın emirlerini tebliğ ederken biçok mûcizeler gösterdi.Bunlardan bazıları şöyledir.
1.Eyyûb aleyhisselâmın duâsı bereketi ile koyunların yünleri ibrişim olurdu.
2.Eyyûb aleyhisselâm kavminin hâkimini îmâna dâvet ettiği vakit o da;" Evimdeki direklerin kalkarak havada durmasını senden mûcize olarak isterim." demişti.Hazret-i Eyyûb duâ etti.Nihayet evin direkleri düştü ve ev havada kaldı.Hâkim bu mûcizeyi gördüğü hâlde îmân etmedi.
3. Eyyûb aleyhisselâmın duâsıyla çöldeki seraplar ve dumanlar su olurdu.

Eyyûb aleyhisselâm güzel huylu,cömerd ve çok merhametliydi.Fakirlere,misafirlere,yetimlere çok yerdım ederdi.Bedenine,
malına ve evlâdına gelen musibetlere sabredip ilahî takdire rızâ gösterirdi.Bundan dolayı insanlık tarihinde, "Eyyûb aleyhisselâmın
sabrı gibi" darbımeseliyle anıldı.Allahü teâlâ onu bu güzel vasıfları sebebiyle Kur'ân-ı kerîmde şöyle mehd ü senâ buyurdu:" Biz onu (belâlara) hakikaten sabırlı bulduk.O ne güzel kuldu.Şüphe yok ki o tamamen Allah'a dönen (bir zât) idi." (Sâd sûresi:44) Eyyûb aleyhisselâmla ilgili olarak Kur'ân-ı kerîmin En'âm,Nısâ,Sâd ve Enbiyâ sûrelerinde bilgi verilmiştir

Çile çektiği mağara ve suyu ile yıkandığı kuyu şanlıurfa'da ziyerete açıktır



Şanlıurfa'da ki diğer evliyalar

 

EYYUB NEBİ 

Türbe, Viranşehir yakınlarındaki Eyyup Nebi Köyü’nde bulunmaktadır. Türbede Hz. Eyyup (a.s)’un kabri bulunmaktadır. Ayrıca köyün güney batısında Hz. Elyesa’ (a.s) ın türbesi bulunmaktadır. Köy mescidinin kuzeyinde Hz. Rahime Hatun’un türbesi bulunmaktadır.

ŞEYH HAYATİ HARRANİ HAZRETLERİ

Şeyh Hayâtü’l-Harrânî’nin tam ismi Hayât bin Kays bin Kahhâl bin Sultan el-Ensârî el-Harrânî’dir. Urfa’ya bağlı Harran kazasında doğup yetiştiği için “Harrânî” nisbeti ve “Şeyh-ül-Kıdve” lâkabı ile meşhurdur.

Doğum tarihi hakkında kesin bir bilgi yoktur. 12. yüzyılda yaşamış, ömrünün elli senesine yakınını Harran’da geçirmiş bir velidir. Yumuşak huyluluğu, cömert kişiliği, helâle ve harama dikkat etmesi ve gece ibadetlerine çok ehemmiyet vermesi ve bu ibadete düşkünlüğü ile bilinir. Hayattaki en temel gayesi Cennet’i kazanmanın da ötesinde Allah rızasını kazanmaktır.

Hayat bin Kays, her yönden ilim sahibi olduğu için bir çok talebenin terbiye edilmesi kendisine verilmiştir ve talebelerinin sayısı oldukça çoktur. Talebeleri kerâmet ehli olmuşlardır. Talebeleri haricinde de ondan pek çok kişi ders ve feyiz almıştır.

Evliyânın büyüklerinden birçoğu onun hâllerini beğenip, söylediklerini tekrar etmişlerdir. Bir çok âlim de onun büyüklüğünü dile getirmiştir. Hattâ Harran halkı ne zaman başı sıkışsa ona gider duasını isterdi. Sadece Harran halkı değil, Selahaddin Eyyîbî ve Sultan Nureddin Zengi gibi ünlü hükümdarlar kendisini ziyaret eder, hayır duasını alırlardı.

Hayat bin Kays’ın kerâmetleri sadece hayattayken değil, vefatından sonra da devam etmiştir. Üstad Bediüzzaman, kendisini “kutb-u azîm” olarak isimlendirir. “Abdülkâdir Geylânî Hazretlerinden sonra mematları (ölümleri) hayatları gibidir” der.

1185 tarihinde Harran’da vefat eden Hayat’ın türbesi 1195 tarihinde Harran surlarının kuzeybatı tarafında ve sur dışındaki mezarlığa inşâ edilmiştir.

ŞEYH MES'UD (ŞIH MAKSUT) HAZRETLERİ

Şanlıurfa’ya ne zaman geldiği belli değildir. Nişabur’dan Urfa’ya geldiği bilinmektedir. Türbesi ve tekkesi Şanlıurfa’nın güneyinde, Urfa Kalesinin de güney tarafına düşen tepenin üzerindedir. Mezarı bu türbenin içindedir. Devrinin alim ve mutasavvuflarındandır. Halk arasında “Şıh Maksut” diye yanlış tanınmaktadır. Asıl adı Şeyh Mes’ud’dur. Bu türbe hem bir ziyaret yeri etrafı ise bir mesire yeridir.

Türbe Selçuk Mimari tarzında yapılmış olup, kubbesi yarı açık bırakılmıştır. Şeyh Mes’udun mezarı türbenin doğu tarafında bulunan eyvanın bodrumundadır. Normal olarak eyvanın için de tahtadan bir sanduka vardır ve üzeri yeşil bir kumaşla örtülüdür. Bu sandukanın içi boş olup evyanın altındaki bodrumda mezar bulunmaktadır. Burada beş mezar bulunmakta; bunlardan biri Şeyh Mes’ud’un, biri kız kardeşinin, diğer üç mezarda müritlerinin mezarlarıdır. Mezarların bulunduğu bu bodruma inecek bir kapı bulunmamaktadır. Şeyh Mes’ud tekkesinin içinde mescid, çilehâneler ve misafirler için ayrılan odalar bulunmaktadır.

Hoca Ahmed Yasevi’nin halifelerinden biri olduğu sanılmaktadır. Nişabur’dan Anadolu’ya gelerek halka İslâmiyeti öğretmekle görevlendirilmiştir. Uzun yıllar Urfa’da müslümanlığa hizmet etmiş evliyadandır.

BEDİUZZAMAN SEYYİD AHMED EL-HEMEDANİ HAZRETLERİ


Bediüzzaman Ahmed el-Hemedâni hazretlerinin türbesi, kendi adını taşıyan mezarlığın ortasındadır.

Türbenin üzerinde açık bir kitabe bulunmaktadır. Bediüzzaman Ahmet el-Hemedani hicri 1209 senesinde vefat etmiş ve bu türbeye defnedilmiştir. Halk tarafından devamlı ziyaret edilen türbenin etrafında birçok meşayıh ve ulema mezarı bulunmaktadır.

DEDE OSMAN-I AVNİ VELİ (KS) HAZRETLERİ 

Devrinin en büyük Kadiri Şeyhi, büyük mutasavvıf, Allah dostu Seyyid Şeyh Dede Osman Avni (K.S) hazretlerinin kabri, Mevlidi-i Halil Camii avlusu içindeki kendi türbesindedir. Türbenin üzerindeki kitabede şunlar yazılıdır: “Burası bütün evliyanın sultanı Ğavsül-a'zam hazreti Abdulkadir Geylani hazretlerinin pak dergâhlarıdır” Türbenin içinde bulunan mezardan Dede Osman Avni (K.S) Efendinin mezarı hemen öndedir. Mezarın baş dikmesindeki kitabeden anlaşıldığı kadarıyla; Dede Osman Avni Efendi Peygamber soyundan gelmektedir. 1883 senesinin Kasım ayında vefat etmiştir. Dede Osman Avni Efendi devamlı Mevlidi Halil Camii'nde oturmuş ve orada hizmetini yapmıştır. Kendisinin tesbihi, cübbesi ve bıraktığı bazı eşyalar hala caminin ziyaret girişi yanındaki bir odada korunmaktadır. Hakkında çok sayıda keramet söylenen bir Allah dostudur. Türbesi içinde kadiri tarikatına mensup 10 kişinin daha kabri bulunmaktadır. Bunlardan ikişer kişi üst üste defnedilmiştir. Böylece sekiz mezar bulunmaktadır. Dede Osman Avni Efendi'nin kendisinden sonra yerine geçecek bir evladı olmadığını, 70 sene Kadiri Tarikat'ına şeyhlik yaptığını kendinden sonra tarikatın hizmetini yapan Hafız Halil Efendi yazmıştır. Dede Osman Avni Efendi buna göre; 100 yıl kadar yaşamıştır.

HACI ABDURRAHMAN BULUNTU HOCA EFENDİ


Devrinin en büyük alimlerinden biri veya ilimde en büyüğüdür diyebiliriz. Kabri, Halilürrahman Caminin kabristanındadır. Baş dikmesinde şu bilgiler verilmektedir :

"Fatiha
Lailahe illallah Muhammedün Resulullah
Bu kabirde yatan Buluntuzade
Ahmet Efendi’nin oğlu
Urfa’nın büyük hocası alimi ilmullah
ve arifi billah olan merhum mağfur
Buluntu Hacı Abdurrahman efendi
Hazretleri medfundur.
Mevla rahmet eyleye
1865 --- 25.11.1968"
Latin harfleri ile yazılmış olan bu kitabesinden anladığımıza göre Buluntu Hacı Abdurrahman Efendi, Buluntuzade Ahmed Efendi’nin oğludur. Urfa’nın en büyük alimlerinden olan Buluntu Hacı Abdurrahman Efendi 1865 senesinde doğdu. Bir asırlık bir ömür sürdükten sonra 25 Kasım 1968 tarihinde vefat etti. Öldüğü zaman 103 yaşında idi.
Ayak dikmesindeki manzume şöyledir :
"N’ola kan ağlasa Çeşm-i cihanın
Buluntu Hoca’sı göçtü Ruha’nın
Büyük allamesi din-i mübinin
İtaatkâr-ı şer’i Mustafa’nın
Fıkıh idi ilimde hem amelde
Bütün sa’yi rızasıydı Hüda’nın
Edüp ilmiyle yüzyıl halka hizmet
Vekil-i hassı oldu enbiyanın
Saçılsın ruhuna envar-ı rahmet
Açılsın kabrine babı cinanın"
Buluntu Hacı Abdurrahman Efendi yıllarca Halil’ür Rahman Medresesi’nde ders vermiştir.Mustafa Hafız Efendi’den ve Ramazan Hafız’dan ders almıştır. Hacı Abdurrahman Efendi daha ziyade halk arasında "Buluntu Hoca" diye tanınmıştır. İlk hocası Büyük Hacı Mustafa Efendi’dir. Sonra da Hacı Ramazan Efendi’den okumuştur. Buluntu Hoca’nın öğrencilik arkadaşı Miftahi-zade Hasan Açanal Efendi’dir. Onunla birlikte okumuşlardır.

HACI KERMO

Kadiri şeyhidir. Hacı Kermo diye şöhret kazanmıştır. Bu Kadiri Şeyhi’nin mezarı Harrankapı Kabristanındadır. Devrinin alim ve mutasavvuflarındandır. Hicri Zilkade 1234 (miladi Agustos 1819) senesinde vefat etmiştir.

Asıl adı Haci Abdülkerim olan Hacı Kermo, aslen Bağdad’lıdır. Evde pişen köfteyi hac'daki ağasına sıcağı sıcağına sunduğu rivayet edlilir.Urfa’ya ne zaman geldiği bilinmemektedir. Mezarı halk tarafından ziyaret edilmektedir.

YAKUP KALFA

Onyedinci yüzyıl Kadiri şeyhlerindendir. Urfa’lı Şair Nâbi’nin şeyhidir. Türbesi Şanlıurfa kalesinin eteğinde ve Aynı Zeliha gölünün güney batısındadır. Türbesinin bulunduğu mahalleye “Yakupbiye Mahallesi” ismi verilmiştir.

ŞEYH ALİ DEDE HAZRETLERİ

Aslen Tunus’lu olan Şeyh Ali Dede, Şâzeliyye Tarikatı kurucusu Hasan Şâzeli Hz.’nin torunlarındandır. Doğum ve vefat tarihleri bilinmemektedir.

Şeyh Ali Dede, muhtemelen 1600’lü yılların ilk çeyreğinde Tunus’tan İstanbul’a giderek Erenköy’e yerleşir, Şazeliyye adındaki tarikatını yayar. Daha sonra İstanbul’dan Urfa’ya gelir ve Halil-ür Rahman Camii’nin yanına yerleşerek buraya bir tekke yapar.

Osmanlı Padişahı Sultan IV. Murad Han, 1639 yılında Bağdat Seferi’ne giderken Urfa’ya uğrar ve Şeyh Ali Dede’ye misafir olur. Urfa’dan ayrılırken Şeyh’e ve tekkesine hediyeler verir.

Sultan IV. Mehmed Han, 30 Kasım 1651 tarihli bir berâat ile Şeyh’e, bugün Karaköprü olarak bilinen beldeyi bağışlar.

Şeyh Ali Dede’nin torunlarına yakın zamanlara kadar ‘Halil-ür Rahman Şeyhi’ denilmiştir. Torunları ‘Eren’ ve ‘Felhan’ soyadlarını almışlardır.

Türbe arasındaki iki küçük yeşil mezarın, Şeyhin küçük yaşta vefat eden Hasan ve Hüseyin isimli çocuklarına ait olduğu söylenir.

ALİBABA KİMDİR?

ŞANLIURFA Karaköprü'de yaşamış hayır sahibi bir zat olan Alibaba (Ali dede olarak da anılır), senenin belli günlerinde büyük kazanlarda keşkek denen yemekten pişirtir, o gün her yerden gelen misafirlere ikram eder ve bunu hayır için yaparmış. Alibaba vefat ettikten sonra, onun bu hasleti, Karaköprülüler tarafından Alibaba hayratı olarak devam ettirilmiş, son yıllara kadar halkın organizasyonu ile küçük çapta da olsa şenlikler tertip edilmiştir.
Karaköprü beldesinde doğup büyümüş olan Belediye Başkanı Ahmet Güzel, başkan seçildikten sonra bu hayratı, "Alibaba Şenlikleri"ne dönüştürerek, tüm belediye personelinin katılımıyla gerçekleştirmektedir. Alibaba denen zat, Balıklıgöl yanındaki kabristanlıkta, Buluntu Hoca'nın kabrinin yanında medfundur..

ŞEYH EBU SALİH

Et-Balık Kurumu’nun hemen batısında olup önünden yol geçmektedir. Eski sur duvarları arasında bulunan mezarına birkaç merdivenle çıkılır.

Halk arasında, Şeyh Abdülkadir Geylani Hazretleri’nin manevi evladı olarak tanınan Şeyh Ebu Salih’in asıl adı ve yaşadığı dönem bilinmemektedir.

Halk tarafından ziyaret edilen Şeyh Ebu Salih’in, darda kalan müslümanların imdadına yetiştiğine inanılmaktadır.

ARIŞ BABA HAZRETLERİ (EVLAD-I RESUL)

Çok büyük bir zattır . Türbesi Harrankapı civarındadır Türbesinin üzerindeki kitabesi çok bozuk olduğu için okunamamıştır. Türbe, Yavuz Selim İlköğretim Okulu’nun karşısında bulunmaktadır. Adının ne olduğunu kimse bilmez. Birçok kerameti olduğu ve evladı resul olduğu bilinmektedir. vefat etmiş olmasına rağmen türbesinin bulunduğu çevrede halen bazı sıkıntılara yetiştiği gözlenmiştir.

ŞEYH EBUBEKİR HAZRETLERİ 

Ulucami’nin doğu kapısı yanında bulunan türbesi, halk tarafından çok ziyaret edilmektedir. 17. yüzyılda yaşadığı bilinmektedir. Zamanın büyük evliyasından biridir.

 
 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol